7 Nisan 2014 Pazartesi

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ lise-4-3

III. ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ
(İKİ KUTUPLU DÜNYA)-(1945–1960)

II. Dünya Savaşından sonra başlayan ve aktif olarak 1960’lara kadar süren döneme “Soğuk Savaş Dönemi” denir.

İkinci Dünya Savaşı, tarihin gördüğü en yıkıcı savaşlardan biri olmuştur. Ülkeler yıkılmış, 56 milyon insan ölmüştür. Savaşın etkilerini hissetmeyen hiçbir ülke ve toplum kalmamıştır. Kâbus gibi geçen 6 yıllık bu rüyadan sonra dünya devletleri ve insanlık yine de barışa hemen kavuşmamışlardır.

Milletlerarası çatışmalar, insanlığı zaman zaman üçüncü bir dünya savaşının eşiğine getirmişse de sıcak savaş patlak vermemiş; dünya soğuk savaş atmosferi içerisinde heyecanlı bir 15 yıl geçirmek zorunda kalmıştır.

İkinci Dünya Savaşından sonra egemen güçler arasında iki kutuplu bir denge sistemi ortaya çıkmıştır. Batı ve Doğu diye ikiye ayrılan bir dünyada soğuk savaş denilen bir mücadele başlamıştır. Ancak bu dönemde Kore Savaşı gibi blokları karşı karşıya getiren bölgesel sıcak savaşlar da görülmüştür.

A. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ’NDE YAŞANAN ÖNEMLİ GELİŞMELER

1) II. Dünya savaşından sonra dünya politikasına Avrupalı devletlerin yerine ABD ve SSCB hâkim olmuştur. Bu iki devlet süreç içerisinde Avrupa ile ilgili birçok konuda karşı karşıya gelmiştir. Daha önce dünya politikasında rol oynamayan bu iki devlet milletlerarası politikalarda ön plana çıkarak günümüze kadar etkinliklerini sürdürmüşlerdir.

2) Bu dönemde ilk defa milletlerarası ilişkilere doktrin ve ideoloji unsuru girmiştir.

3) Sömürgecilik sona ermiştir. Asya, Avrupa ve Afrika’da günümüzün bağımsız devletleri kurulmuştur (Sömürge halindeki uluslar bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Üçüncü Dünya veya Bağlantısızlar bloğunu kurmuşlardır).

4) Füze teknolojisi savaştan sonra büyük bir gelişme göstermiş ve büyük devletlerarasında yaşanan rekabeti uzaya taşımıştır. Büyük devlet olmanın koşulu sömürgelere sahip olmaktan çıkmış, uzayın derinliklerinde etkili olmaya dönüşmüştür.

5) Bütün dünya ülkeleri; siyasal kuvvet dengesi, güvenlik, barış, ekonomik kalkınma, refah ve daha iyi bir yaşam seviyesi gibi meselelerle yoğun bir şekilde meşgul olmak zorunda kalmışlardır.

Soğuk Savaş Döneminde SSCB; Türkiye, İran ve Yunanistan üzerindeki baskını artırmış, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya yayılmaya çalışmıştır. SSCB, Mart 1945’de Türkiye’ye bir nota vererek daha önceden imzalanan “Dostluk ve Saldırmazlık Paktı”nı feshettiğini bildirmiş, sınırda değişiklik, boğazlarda üs istemiştir.
SSCB’nin bu tehditleri ABD’nin, Ortadoğu’yla ilgilenmesine yol açmıştır. Ayrıca SSCB, Avrupa’da işgal ettiği bölgelerde komünizm rejimini yerleştirerek kendisine bağlı uydu devletler oluşturmaya çalışmıştır (Bulgaristan, Romanya, Polonya, Macaristan, Doğu Almanya, Yugoslavya ve Arnavutluk’ta komünistlerin yönetimi ele geçirmesini sağlamıştır).

İngiltere Başbakanı Churchill, SSCB’ye bağlı bu komünist devletlere (uydu devletlere) 1946 yılında Fulton Konferansı’nda “Demir Perde Ülkeleri” deyimini kullanmıştır.

Bu devletler üzerinde etkinliğini iyice arttırmak isteyen SSCB, uluslararası komünizm faaliyetlerini de yeniden örgütlemek için 1947’de Cominform’u (Komünist bilgilendirme bürosu) kurmuştur.

Uyarı: Soğuk savaş döneminde SSCB ve yandaşları ABD ve onun müttefiklerine karşı şu teşkilatları kurdular: Cominform, Comecon, Varşova Paktı.

Bu gelişmeler üzerine ABD, 1947 yılına kadar izlediği dış politikasında köklü bir değişikliğe gitmiştir. ABD Başkanı Truman, kendi adıyla anılan bir doktrin yayımlamıştır.

a)      Truman Doktrini:

Başkan Truman ABD’nin, komünizmi durdurması gerektiğini, bunun da özgürlük ve bağımsızlığını korumak isteyen uluslara askeri ve ekonomik yardım yaparak mümkün olacağını belirtmiştir.

Truman Doktrini Ortadoğu düzenini korumak ve Sovyet Rusya’nın yayılmasını engellemek için jeopolitik olarak önemli olan Türkiye ve Yunanistan gibi devletlere ekonomik ve askeri yardım yapılmasını öngörüyordu.

Bunun üzerine ABD, Yunanistan’a 300 milyon, Türkiye’ye 100 milyon dolarlık yardım yapacağını belirtmiştir.

Truman, Batı dünyasının savunması için çok önemli bir yerde bulunan Türkiye ve Yunanistan’ı, SSCB karşısında yalnız bırakmak istememiştir. Bu tarihten sonra Türkiye, dışa kapalı ve korumacı, içe dönük iktisadi politikaları terk etmiş, serbest dış ticaret ekonomisini benimseyerek dış pazarlara yönelmiştir.

b)Marshall Planı:

Marshall planı, II. Dünya Savaşından sonra 1947’de önerilen ve 1948–51 yılları arasında yürürlüğe konulan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır (ABD, 16 Avrupa ülkesine 6 milyar dolarlık yardım yapmış ve SSCB bu plana karşı çıkmıştır.).

Marshall Planı, savaşta yıkılmış olan Avrupa’nın kalkınması için hazırlanmış olmasına rağmen, Türk hükümetinin isteği üzerine bu planda Türkiye’ye de yardım yapılmasına karar verilmiştir.

c)Molotov Planı:

Marshall Planına, Sovyetler ve onun uyduları olan Doğu Bloğu ülkeleri katılmak istememişlerdir. Aksine Marshall Planına karşılık Sovyetler de uyduları arasındaki ekonomik ilişkileri ve işbirliğini geliştirmek için Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotov’un adıyla bir plan hazırlanmıştır. Böylece Molotov Planı ile ikili ticaret düzeni kurulmuştur.

2. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ’NDE AVRUPA’DA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER

II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da yaşanan siyasal ve ekonomik sorunlar giderek artmış ve bu sorunları çözmek için ülkeler bir araya gelerek yeni teşkilatlar kurmuşlardır.

a)      OEEC (Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü):


Marshall planı çerçevesinde 16 Avrupa ülkesinin katılımıyla 1948’de OEEC kuruldu. Böylece Batı Avrupa ülkeleri, ABD ile askeri ve ekonomik alanlarda işbirliği içine girmiş oldular. OEEC daha sonra OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) adını almıştır. Türkiye’de bu kuruluşa 1948’de üye olmuştur. Bu kuruluşun Avrupa dışındaki üyeleri ABD ve Kanada’dır.

b)      COMECON (Ekonomik Yardımlaşma Konseyi):

Sovyet Rusya, ABD’nin bu planlarına karşılık Ocak 1949’da Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya, Romanya ile COMECON’u kurmuştur. Bu konseye daha sonra Arnavutluk, Alman Demokratik Cumhuriyeti ve Küba’da katılmıştır. Doğu Bloğu ülkeleri olarak anılan bu ülkeler daha sonra NATO’ya karşı 1955’te Varşova Paktı’nı kurmuşlardır.

c)      Avrupa Konseyi:

Avrupa devletleri II. Dünya Savaşından sonra yaşanan sıkıntıların aynısının bir daha tekrarlanmaması amacıyla 5 Mayıs 1949’da Avrupa Konseyi’ni kurdular. Böylece insan hakları, hukuk üstünlüğü ilkelerini koruyup güçlendirmeye, yabancı düşmanlığını sona erdirmeye çalıştılar.


Uyarı: 8 Ağustos 1949’da Strasburg’ta yapılan toplantıda Yunanistan, İzlanda ve Türkiye, Avrupa Konseyinin üyesi olmuştur. Avrupa Konseyi insan hakları, eğitim ve kültür alanında hizmet veren tüm Avrupa devletlerine açık olan konseydir. Bu kuruluş Avrupa Birliği Konseyi ile karıştırılmamalıdır.

d)      AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) – (1948):

Batı Avrupa Devletleri 1948 yılında “Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı”nı kurdular. Bu teşkilatın ABD’nin Marshall planını düzenlemek, üyeler arası serbest ticaret ortamı oluşturmak gibi görevleri vardır. Bu topluluk daha sonra Schuman planını kabul ederek “Avrupa Kömür ve Çelik Birliğini” kurmuştur.

Ortak Pazar adı ile anılan AET’nin kuruluşundan sonraki ilk on yıla “geçiş dönemi” adı verilmiştir. 1965 yılında Füzyon Antlaşması ile “Avrupa Topluluğu” kurulmuş (1990), Maastricht Antlaşması ile de “Avrupa Birliği” adını almıştır (1994).

e)      BM (Birleşmiş Milletler Örgütü) – (1945):

II. Dünya Savaşı devam ederken ABD ve İngiltere “Atlantik Bildirisi”ni yayınladılar. 1945’te bu bildirinin devamı olarak 51 ülkenin katılımıyla San Francisco Konferansı toplanmıştır. Sonuçta uluslararası ilişkileri geliştirmek ve uluslararası barışı kalıcı kılmak amacıyla 24 Ekim 1945’te merkezi New York olan Birleşmiş Milletler Örgütü kurulmuştur. Ayrıca, BM’nin yan kuruluşu olan BM Güvenlik Konseyinde, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in veto hakkı vardır.

f)       NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) (1949):

ABD’nin, SSCB’ye karşı (Komünizm yayılmacılığına karşı) oluşturduğu güvenlik örgütüdür.

Kuruluş Nedenleri:

a) ABD’nin dünyanın yeni bir barış düzenine kavuşturulması için SSCB ile işbirliği yapamaması

b) ABD’nin, Avrupa’da Komünist tehlikesine karşı, ‘Durdurma Politikası’nı benimsemesi

c) ABD’nin öncülüğünde oluşturulacak uluslararası bir örgütün dışında başka bir gücün SSCB’yi durduramayacağı düşüncesi

Bu nedenlerden dolayı ABD, 4 Nisan 1949’da 12 Batılı ülke ile birlikte NATO’yu kurdu. Böylece SSCB tehdidine karşı bir set oluşturarak “Batı Bloğu” kurulmuş oldu. Taraflar arasında imzalanan pakta göre; ortak savunmaları ile barış ve güvenliklerini korumak için birleşmiş oldukları belirtilerek, içlerinden birine yapılmış bir saldırının hepsine yapılmış sayılacağı belirtildi. Türkiye, 1950’de BM aracılığıyla Kore’ye asker göndererek Güney Kore’ye yardım etmiştir. Bu gelişmelerden sonra Türkiye NATO’ya üye olmuştur. (Türkiye ile Yunanistan 1952’de üye oldular).

g)      Varşova Paktı (Avrupa Sosyalist Bloğu)-(1955):

SSCB’nin, NATO’ya karşı doğu bloğu ülkeleri (Alman Demokratik Cumhuriyeti, Bulgaristan, Çekoslovakya, Polonya, Macaristan, Arnavutluk, Romanya) ile kurduğu pakt’tır. 14 Mayıs 1955’de Varşova’da 8 sosyalist ülkenin imzaladığı “Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardımlaşma Antlaşması” ile kurulan askeri ve siyasal birliktir.
Paktın kurulma nedeni, 1949’da barışı sağlama gerekçeleriyle kurulan, sosyalist ülkelere ve sosyalizmin yayılmasına karşı oluşturulan NATO’nun askeri etkinliklerini artırması ve silahlanmaya hız vermesidir. Böylece, Avrupa’da güçler dengesini yeniden kurma isteği 20. yy. ikinci yarısından itibaren iki kutuplu bir dünya meydana gelmesine yol açmıştır (Batı– Doğu Bloğu).

h)      Schuman Planı (1950):

Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Fransa ve Batı Almanya’da demir ve çelik üretimini denetleyecek tek bir organ oluşturması ve bu ortaklığın diğer Avrupa ülkelerinin üyeliğine de açık tutulması yolundaki önerisidir. Bunun üzerine Schuman Planı çerçevesinde “Avrupa Kömür ve Çelik Birliği” (ESCS) kurulmuştur.

3. DOĞU BLOĞUNDA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER

Yugoslavya, SSCB’nin Balkanlardaki en büyük gücü idi. Ancak doğu bloğunda SSCB hegomanyasına ilk tepkiyi 1945’den itibaren yine Yugoslavya verdi. Bunun nedeni Yugoslavya lideri Tito’nun, SSCB baskısını ortadan kaldırmak istemesidir, Yugoslavya’nın, Balkanlarda hâkimiyet kurarak, tam bağımsız hareket etmek istemesidir.
Yugoslavya’nın bu tutumu 1948’de Kominform’dan çıkarılmasına, Varşova Paktı’ndan ayrılmasına neden oldu. Bunun üzerine ABD, Yugoslavya’ya yanaşmış ve ona yardım etmiştir. Bu gelişmelerden sonra Yugoslavya, 1955 yılından itibaren Doğu Bloğuna dönmeyerek, Asya ve Afrika ülkeleriyle “Tarafsızlar Bloğunun” öncülüğünü yapmaya çalışmıştır.

4. BATI BLOĞUNDA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER

a)Batı Bloğunda ilk farklı tutum sergileyen devlet Fransa oldu. Fransa’da General Charles de Gaulle’nin 1959’da Cumhurbaşkanı olmasından sonra 1962’de Cezayir’e bağımsızlık verildi. Daha sonra Almanya ile yakınlaşarak 6 Avrupa devletinden oluşan “Ortak Pazar”a İngiltere’nin katılması engellendi. Çin ile diplomatik ilişkilere girdi, SSCB ile dostluk kurmaya çalıştı (Bu siyasetin asıl amacı; ABD ve SSCB etkisinin olmadığı bir düzen ve yeni bir denge sağlayarak Fransa’yı dünyanın 3. gücü haline getirmekti).


NOT: Fransa Mart 1966’da NATO’nun askeri kanadından çekilerek politik kanadıyla ilgilenmeye başladı. Bu durum Paris’te bulunan NATO merkezinin Brüksel’e taşınmasına neden oldu.

b) Batılı devletler, NATO’nun kurulmasıyla Avrupa’da SSCB’nin yayılmasını önlendikten sonra, müttefikleri Batı Almanya’nın da hızla kalkınmasına izin verdiler. Batı Avrupa devletlerinin bu şekilde kalkınması bu devletlerin birleşerek Avrupa savunmasını da daha güçlü hale getirme isteklerine neden oldu. Böylece “Avrupa siyasi birliği düşüncesi” ortaya çıktı. Böylece süreç içerisinde Avrupa Ortak Pazarı devletleri de Batı Bloğunda güçlü bir konuma ulaşmış oldu.

Uyarı: Tüm bu gelişmeler Doğu ve Batı bloğunun yanında Üçüncü Bloğun da oluşmasına neden olmuştur.
5. ÜÇÜNCÜ BLOĞUN OLUŞMASI
Soğuk Savaşın iki bloğuna da katılmayan az gelişmiş ülkeler için “üçüncü dünya” deyimi kullanılmıştır.
Batılı devletlerin Asya ve Afrika’daki sömürgeleri 1945 yılından itibaren Batılı devletlere karşı bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele etmiştir. Böylece bağımsız birçok devlet ortaya çıkmıştır. Bu yeni devletler doğu ve batı bloklarının dışında kalarak öncelikle ekonomik kalkınmayı amaç edinmişlerdir.

Böylece üçüncü bloğun kurulması düşüncesini benimsemişlerdir. Bu tarafsızlığın öncülüğünü Mısır ve Hindistan yapmıştır. Bu öncü devletler örgütlenmeyi sağlamlaştırmak amacıyla 1955’te “Bandung Konferansı”nın (1. Asya ve Afrika Devletleri Konferansı) düzenlenmesini sağladılar.

Üçüncü dünya ülkeleri Asya ve Afrika’daki sömürgeci politikaları yargılamak için bu konferansı toplayarak ABD ve SSCB gibi iki büyük güç karşısında varlıklarını korumak için birlik ve dayanışma sağlamayı amaç edindiler.

Bandung Konferansı’na, Türkiye’de dâhil 24 Asya ve Afrika devleti katılmıştır. Bu konferans, Üçüncü Bloğun kurulmasında önemli bir rol oynamış ve birçok konferansın düzenlenmesine önayak olmuştur. Konferansa katılan devletler, barış içinde bir arada yaşama ilkesini benimsemişlerdir. Bu konferans “Bağlantısızlar Hareketi’nin” doğuşunda etkili olmuştur. Bağlantısızlar Hareketi ise herhangi bir ideolojik güce dâhil olmayan 100 üzerinde ülkenin bir araya gelerek oluşturdukları uluslararası oluşumdur.

Uyarı: 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından bloklaşmanın sona ermesi, Bağlantısızlar Hareketinin de hızla çökmesine neden oldu.

6. BERLİN BUHRANI (1948)

Berlin Buhranı, II. Dünya savaşından sonra yaşanan soğuk savaş döneminin ilk büyük sorunudur. II. Dünya savaşından sonra Almanya’daki Berlin şehri 4 işgal bölgesine ayrılmıştı. Bu bölgeler ABD, İngiltere, Fransa, SSCB işgal bölgeleriydi. Batılı devletlerin Berlin’deki işgal bölgeleriyle Almanya’daki diğer işgal bölgeleri arasındaki ulaşım ancak Sovyet işgal bölgesi üzerinden sağlanabiliyordu. İngiltere, ABD, Fransa, Sovyetlere karşı güç birliği yaparak 1948’de Berlin’deki işgal bölgelerini birleştirdiler ve buraya Trizonia adını verdiler.

SSCB ise batılı devletleri Berlin’den çıkarmak için Batı Berlin ile Batı Almanya arasındaki her türlü ulaşımı kesti. Böylece Almanya fiilen 2’ye ayrılmış oldu. Bu durum, Batı Berlin’de yaşayan insanlara yiyecek götürülememesine neden oldu. Ancak ABD kurduğu hava köprüsü ile her gün Batı Berlin’e yiyecek yardımı yapılmasını sağladı.
Sonuç: Berlin Buhranı, Batılı devletlerin Almanya’da birlik kurulamayacağını, Sovyetlerin ise Batılı devletleri, Berlin’den çıkaramayacağını anlamasına neden oldu. Bu buhran adeta dünyanın iki bloğa ayrıldığının kanıtı oldu.

Berlin Duvarı:

 II. Dünya savaşını kaybeden Almanya’nın, Başkenti Berlin 4 işgal bölgesine ayrılmıştı. Bir süre ABD, İngiltere, Fransa işgal bölgelerini birleştirerek tek yönetim altına almalarına rağmen, SSCB ise bu birleşmeye karşı çıktı. Hatta kendi işgal bölgesi olan Doğu Almanya’daki Almanları cezalandırmak istedi. Bu gelişmeler üzerine zaten ekonomisi kötü olan ve baskıcı yönetime sahip Doğu Almanya’dan batıya doğru kaçışlar başladı. Bu kaçışlarda Berlin üzerinden yapılmaktaydı. Bunun üzerine Doğu Almanya vatandaşlarının batıya kaçışlarını önlemek için 1961’de Berlin duvarı yapıldı.

1989’da ise Doğu Alman vatandaşlarının, Sovyet hâkimiyetindeki Doğu Bloğu ülkelerine geçiş yapmalarına izin verildi. Böylece binlerce kişi Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Yugoslavya’ya akın etti. Bu durumu değerlendiren Doğu Alman hükümeti artık Berlin duvarının bir anlam taşımadığına karar verdi. Böylece 1989 Kasım ayında Berlin duvarı yıkıldı. Duvarın yıkılmasından sonra 1990’da Alman Demokratik Cumhuriyeti sona erdi.

7. İSRAİL DEVLETİ’NİN KURULMASI (1948)

Siyonizm: Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını sağlamak için Yahudi gazeteci Theodor Herzl tarafından 19. yy sonlarında Viyana’da başlatılan harekete Siyonizm denir.

1832 yılından itibaren Yahudiler, Osmanlı toprağı olan Filistin’e yerleşmeye başladılar. O dönemde Osmanlı padişahı olan II. Abdülhamit’ten toprak istediler fakat bu istekleri reddedildi. I. Dünya Savaşı sırasında ABD Başkanı Wilson, Yahudi sorunuyla ilgilenmeye başladı. İngiltere ise 1917’de Balfour Deklarasyonu ile ABD Başkanı’nın bu tutumunu destekleyince Yahudi sorunu uluslararası platformda iyice gündeme gelmeye başladı.

Balfour Bildirisi ile Yahudiler, İngiltere’den Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devleti kurulması sözünü aldılar. İngilizlerin izni ile bu bölgeye yoğun Yahudi göçleri oldu.

II. Dünya savaşından sonra İngiltere, Filistin’deki manda yönetimine son verdi. Bu durum İsrail devletinin kurulmasına zemin hazırladı. Mayıs 1948’de Tel Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti. Bu durum Filistin sorununu ortaya çıkarttı (Filistin topraklarında kurulan Yahudi Devletini ilk olarak ABD tanıdı 3 gün sonra da SSCB tanıdığını açıkladı).

19.yy sonlarına doğru Filistin’e gelip yerleşen Yahudilerin İsrail Devleti’ni kurmalarıyla ülkelerinden zorla çıkarılan ve göçmen olarak çeşitli ülkelerde zor şartlar altında yaşamak zorunda bırakılan 5 milyon Filistinlinin ülkelerine dönmek ve bağımsız bir devlet kurmak için yaptıkları mücadeleye Filistin Sorunu denir. İngiltere sorunu çözmek için BM’ye başvurdu. BM ise Kasım 1947’de aldığı bir kararla:

a) Filistin’in, Araplar ve Yahudilerce kurulacak 2 devlet arasında bölünmesini,
b) Kudüs ve çevresine uluslararası bir statü verilmesini kararlaştırdı.

Bu kararlara Filistinliler ve Arap ülkeleri tepki gösterdi. İngiltere’nin Filistin’den çekildiği gün İsrail Devleti’nin kurulduğu açıklandı (14 Mayıs 1948). Bu durumu kabul etmeyen Araplarla, Yahudiler arasında savaşlar başlamış oldu. Yoğun bir şekilde Arap- İsrail çatışmaları sürdü.
İsrail devletinin kuruluşundan bir gün sonra Arap Birliği’ne bağlı ülkeler, (Mısır- Ürdün- Suriye- Lübnan- Irak) İsrail’e saldırdıysalar da aylarca süren savaşları İsrail kazanmıştır. İsrail, bu savaşlarda Filistin’in büyük kısmını, Kudüs’ün batı kesimini ele geçirdi. Böylece Filistin paylaşılmış oldu.

İsrail Devletinin kurulması ve yaşanan savaşlar nedeniyle Filistinliler mülteci durumuna düşerek ülkeleri dışına çıktılar, diğer Arap komşu ülkelere sığındılar. Savaşlarda başarılı olan İsrail, hiç yenilmeyerek kazançlı çıkmıştır. Filistinliler ise seslerini duyurmak amacıyla uçak kaçırma, bombalı saldırılar düzenleme gibi eylemler yapmışlardır.

Özellikle 1972 Münih Olimpiyatları’nda İsrailli sporcuları kaçırarak öldürmeleri dünya kamuoyunu şok etmiştir. 1964’te Arap Birliğinin girişimiyle FKÖ kuruldu.FKÖ’nün başına 1968’de Yaser Arafat getirildi. FKÖ, İsrail’e karşı şiddete yönelerek sesini duyurduysa da dünya kamuoyundan tepki almıştır. Türkiye de FKÖ’yü, Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak tanımıştır. 1976’da İstanbul’da toplanan İslam Konferansı Örgütü, FKÖ’nün ofis açmasına izni vermiştir. Türkiye 1988’de Filistin’i bağımsız devlet olarak tanıyan ilk NATO üyesidir.

a) I. Arap- İsrail Savaşı (1948–49): Savaşın nedeni Arap ülkelerinin, kurulan İsrail devletini yıkmak istemeleridir. 1 yıl kadar süren savaşı İsrail ordusu kazanmıştır.

b) II. Arap- İsrail Savaşı (1956):

Savaşın sebebi Mısır’ın, Süveyş kanalını millileştirmesidir. Çünkü bu kanal yoluyla Avrupalı devletler, körfez ülkelerinden petrol alıyorlardı. Ülkesini İsrail’e karşı güçlendirmek için Mısır, SSCB’den silah aldı. Ancak ABD ve İngiltere Mısır’a kredi vermeyince silahların parasını ödeyemeyen Mısır, Süveyş kanalını millileştirdiğini açıkladı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa’nın desteğini alan İsrail, Sina yarımadasını işgal edince Mısır, ateşkese razı oldu.

c) III. Arap-İsrail Savaşı (Altı gün Savaşı) (1967):

1964’te FKÖ’nün kurulması bunalımı yeniden başlatmıştır. Filistinlilerin yurtlarından çıkarılmalarının sorumlusu olarak Yahudileri görmeleri ve İsrail sınırını aşarak gerilla harbine başlamaları üzerine savaş başlamıştır. İsrail, kısa sürede Süveyş kanalına kadar olan toprakları ele geçirdi. Böylece Filistinli 1 milyondan fazla kişi Ürdün’e göç etmek zorunda kaldı. Bu insanlar bir süre sonra Ürdün’den çıkarılınca Lübnan’a sığınmak zorunda kaldılar.


Kara Eylül: Filistinlilerin, Ürdün’e sürülmesi ve FKÖ’nün, Ürdün’de etkinliğini artırması üzerine yaşanan olaylar nedeniyle Ürdün ve Filistinlilerden 78 bin insanın kaybedildiği olaylara verilen addır. Silahlı çatışmalar FKÖ’nün ve Filistinlilerin 1971’de Lübnan’a sürülmesine kadar sürmüştür.

d) IV. Arap- İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı) (1973):

BM’nin Arap-İsrail sorununu çözemeyeceğini anlayan Araplar, (Mısır- Suriye- Ürdün) Filistin topraklarının kurtarılması için topyekûn mücadele etmeleri gerektiğini düşünerek İsrail’e saldırdılar. 6 Eylül 1973’te başlayan savaş Müslümanların kutsal ayı Ramazan ve Yahudilerin kutsal günleri Yom Kippur’a (en büyük bayramlarına) denk gelmişti. Bu savaşta ABD, İsrail’e, SSCB’de Arap devletlerine silah yardımında bulundu.

Mekik Diplomasisi: 1973 Arap- İsrail Savaşı BM’nin kararı doğrultusunda sona ermesine rağmen barış sağlanamamıştı. Bunun için ABD Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger, Tel Aviv ile Arap başkentleri arasında defalarca gidip geldi. Mekik diplomasisi adını alan bu ziyaretler sonunda barışa giden yol açıldı.

Uyarı: İsrail parlamentosu, Kudüs’ü İsrail’in değişmez başkenti ilan edince, Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap devletleri, İsrail’i ve onu destekleyen ülkeleri hedef alarak 1974’e kadar sürecek olan Petrol Ambargosunu başlattılar.

Uyarı: 1974 yılında yaşanan petrol şokundan sonra Türkiye, Ortadoğu ülkelerine daha fazla yaklaşmıştır. Türkiye, 1973 savaşında ABD’ye kendi toprakları içinde bulunan üsleri kullanmaya izin vermezken, SSCB’nin Türk hava sahasını Araplar lehine kullanması karşısında hoşgörülü davranmıştır.

İntifada:

İntifada, İsrail saldırılarına karşı Filistinli gençler tarafından başlatılan taş savaşıdır. İsrail’in, binlerce Filistinli genci öldürmesi üzerine, 1987’de İsrail işgaline karşı topluca başkaldırma niteliği taşıyan hareketin adıdır. Böylece Filistinliler arasında milli bilinç gelişmiştir.

Eisenhower Doktrini (ABD’nin Ortadoğu politikası):

Sovyetlerin amacı; Süveyş kanalına ve batının Orta Doğu’daki petrol kaynaklarına hâkim olmak, bölgeyi siyasi olarak kontrol altında tutarak, batılı devletlere darbe indirmek, mümkün olursa batılıları bölgeden uzaklaştırmaktı.

Ortadoğu’yu Rusya’ya kaptırmak istemeyen ABD, Ortadoğu’yla yakından ilgilenmeye başladı. Truman Doktrini sadece Türkiye ve Yunanistan’ı kapsarken Eishower Doktrini, bütün bir orta doğu bölgesini içine alıyordu. Böylece bölgedeki ülkelerin komünizme karşı savunulmasını sağlıyordu.

İşte bu doktrin, ABD Başkanı Eishower’in, komünizmin yayılmasını önlemek için Orta Doğu ülkelerine askeri ve mali alanlarda yardım yapılmasını öngören 5 Mart 1947’de kabul edilen isteklerdir.

Orta Doğu’dan İngilizlerin çekilmesi ile doğan boşluğu doldurmak ve petrolün düşman devletlerin eline geçmesini önlemek için hazırlanmıştı.

Süveyş Buhranı:

1956 yılında İngiltere ve Fransa, Süveyş kanalındaki askerlerini geri çekince kanalın yönetimi Cemal Abdülnasır yönetimindeki Mısır’a geçti. Böylece Mısır lideri Cemal Abdülnasır, Süveyş kanalını devletleştirerek gelirlerine el koydu, kanalda kontrolü ele geçirdi. Bu durum Mısır’ın, İsrail, İngiltere, Fransa ile çatışma içerisine girmesine neden oldu. Batılı devletlerin Mısıra yönelik ekonomik boykotu ve Süveyş kanalına saldırması ise durumu kınayan SSCB’ye, Orta Doğu’da prestij kazandırdı. ABD ise, Orta Doğu’nun, SSCB’nin denetimine girmesini önlemek amacıyla Eisenhower Doktrinini uygulamaya koydu.

8. KORE SAVAŞI (1950–1954)

II. Dünya Savaşının sonlarına doğru Japonya’nın yenilmesi üzerine, SSCB’de Postdam Konferansı gereği Japonya’ya savaş ilan ederek askerlerini Kuzey Kore’ye soktu, 38. enlem çizgisine kadar ilerledi (Postdam Konferansı’nda Kore topraklarının kuzeyi SSCB, güneyi ABD askeri harekât sahası olarak kabul edilmişti). Bu iki bölge II. Dünya savaşından sonra tüm çabalara rağmen birleştirilemedi. Böylece Kore, II. Dünya savaşı sonunda kuzeyi SSCB, güneyi ABD işgali altında olmak üzere fiilen ikiye bölünmüş oldu.

Sovyetler, Çin’in komünist idaresi altına girdiğini görünce Çin’den destek alarak ABD’yi, Asya’dan çıkarmaya karar verdi. Böylece Sovyetler, Kuzey Kore’deki birliklerine 1950’de saldırı emri verdi. Bu saldırı, ABD’yi harekete geçirdi. Böylece Kore Savaşı başlamış oldu (Haziran 1950). ABD, BM’yi devreye sokarak, Güney Kore’nin yardımına gönderilmek üzere birçok milletten meydana gelen bir BM kuvvetinin oluşturulmasını sağladı.

SSCB lideri Stalin’in 1953’te ölmesiyle Sovyetler, ateşkese razı oldu. Böylece Panmunjon Mütarekesi ile Kore savaşı sona erdi. ABD’yi, Kore’den çıkartamayacağını anlayan SSCB, bu ateşkes antlaşması ile kuzey ve güney Kore arasındaki sınırı yine 38. enlem olarak kabul etmek zorunda kaldı.

Türkiye de BM kuvvetine bir tugaylık asker gönderdi. Kore Türk Tugayı, Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasında “Kunuri” denilen yerde büyük başarı kazanmıştır. Bu birliklerin Kore’deki başarısı Türkiye’nin itibarını arttırmıştır. Bu durum 1952’de Türkiye’nin NATO’ya alınmasını sağlamıştır.


9. HİNDİÇİNİ SAVAŞI (1945–1954)

Savaş, Çin Hindi’ndeki sömürgelerin, (Vietnam- Laos- Tayland- Kamboçya) Fransa’ya karşı ayaklanması sonucu başlamıştır. Bu savaş Fransa’nın uzak doğudan çekilmek zorunda kalmasına yol açmış, sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmasıyla sonuçlanmıştır.

10. HİNDİSTAN VE PAKİSTAN’IN BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ


Hindistan’daki ilk bağımsızlık hareketleri İngiltere’de okuyan Hintli aydınlar tarafından başlatıldı. Bu aydınlar “Sessiz direniş hareketini” başlatarak Hindistan’ın bağımsızlığında etkili oldular. 1919’da Mahatma Gandi ile bağımsız mücadelesi daha da hızlanarak güçlendi. İngilizler, Gandi’nin siyasi düşüncelerinden ve giriştiği hareketlerden dolayı onu birçok kez hapse atsalar da Gandi açlık grevi yaparak tüm dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyi başararak hapisten kurtuldu. İngiltere, bu olaylar üzerine Hindistan’a 1935’te yeni bir Anayasa yapma hakkı verdi. Böylece 1945’te Nehru Başkanlığında Hindistan’da geçici bir hükümet kuruldu. Daha sonra İngiltere 1947’de Hindistan’dan askerlerini çekti.

Ayrıca, II. Dünya Savaşı yıllarında Hindistan’daki Müslümanlar, Hindu egemenliğinde yaşamak istemediklerini, Hindu egemenliğinin kültürlerini ve özgürlüklerini zedelediğini ileri sürerek ayrı bir devlet kurmak istediklerini belirttiler. 1940’da Lahor’da toplanan “Müslümanlar Birliği Cemiyeti Kongresi” Hindu’lardan ayrı olarak bağımsız bir Pakistan devleti kurulmasını kararlaştırdı. Bu hareketin liderliğini ise Pakistan’ın bağımsız devlet olmasında etkili olan Muhammed Ali Cinnah yaptı.

11. KUZEY AFRİKA’DAKİ BAĞIMSIZLIK MÜCADELELERİ

Kuzey Afrika 19. yy. ortasına kadar Osmanlı hâkimiyeti altındaydı. Ancak daha sonra sömürgecilik politikalarıyla Kuzey Afrika, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya hâkimiyeti altına girdi (Diğer yerleri ise Belçika, İspanya, Portekiz işgal etmiştir).

a) Tunus, Fransızlara karşı bağımsızlık mücadelesine 1932’de başladı ve 1956’da bağımsızlığına kavuştu.

b) Fas, Fransa ve İspanya’nın işgaline uğramış ve bu iki devlet arasında paylaşılmıştı. Fas, 1956’da bağımsızlığına kavuştu.

c) Cezayir, 1830’da Fransa tarafından işgal edilmişti.
1945 yılında bağımsızlık için ayaklanan Cezayir, 1962’de bağımsızlığına kavuştu.

d) 1912’de İtalya’nın hâkimiyetine giren Libya, II. Dünya Savaşı’nda işgale uğrayarak İngiltere ve Fransa’nın yönetimine girdi. BM’nin kararıyla 1951’de bağımsızlığına kavuştu (BM aracılığıyla bağımsızlığına kavuşan ilk ülkedir).

e) En son 1977’de Cibuti Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Afrika’da bağımsızlığına kavuşmayan ülke kalmadı.
Emperyalist devletlerden bağımsızlıklarını alan bu devletler az gelişmiş 3. Dünya ülkelerine eklendiler. Belgrat’ta 1961’de toplanan 2. konferansta bağımsızlıklarını ilan edip, bağlantısızlar hareketi içinde yer aldılar.

12. SEATO’NUN KURULUŞU (Güney Doğu Asya Sözleşmesi)

1954 yılının ortalarında SSCB’nin yayılmacı girişimlerini önleyebilmek için ABD ve müttefikleri, SEATO adı verilen örgütü kurdular. Böylece ABD, SSCB ve Çin’e karşı Avrupa’nın Atlantik kıyılarından Pasifik’e kadar bir ittifak çemberi oluşturmuş oldu.

Vietnam Savaşı’ndaki başarısızlık, ABD’nin savunma tedbirlerini daha da arttırmasına yol açtı. Çünkü bu savaş Güney Doğu Asya’nın stratejik önemini arttırmıştı. Bu bölge komünizmin kontrolüne girdiği takdirde SSCB ve Çin daha da etkin olacak, bu durum ABD açısından Pasifik’in savunmasında sorunlar doğuracaktı. ABD’nin bu bölgeyi korumak için attığı ilk adım, bağımsızlıklarını kazanmış olan Tayland, Lâos, Kamboçya, Güney Vietnam’a askeri ve ekonomik yardımlarını artırmak oldu. İkinci adımı ise SEATO ve Manila Paktı denilen Güney Doğu Asya Antlaşma Teşkilatını kurması oldu.

13. AFRİKA BİRLİĞİ TEŞKİLATI (1963)

II. Dünya Savaşından sonra Asya ve Afrika’da bağımsızlığını kazanan ülkelere “Üçüncü Dünya Ülkeleri” denilmiştir. Bu ülkeler, “barış içinde bir arada yaşamak ilkesini” Bandung Konferansı’nda kabul etmişlerdi. Böylece bağımsızlıklarını elde eden Asya ve Afrika’daki bu devletler iki ana bloğun dışında kalarak üçüncü bir bloğun kurulması düşüncesini benimsediler.
Bu gelişmeler doğrultusunda, yeni bağımsız olan Afrika ülkeleri, bloklardan kendilerini uzak tutabilmenin çaresini bir araya gelmede ve bir Afrika Birliğinin teşekkülünde gördüler. Bu çabalar sonucu, 31 Afrika ülkesinin temsilcileri, Mayıs 1963'de Afrika’nın en eski bağımsız ülkesi Habeşistan'ın başkentinde toplanarak, Afrika Birliği Teşkilatı'nı kurdular. Ayrıca, Birliğin 33 maddelik bir Anayasası'nı da kabul ettiler (1955 Bandung Konferansı sırasında, Afrika'da 5 bağımsız devlet mevcut iken, Mayıs 1963'de Afrika Birliği Teşkilatı kurulduğunda bu sayı 31 rakamına ulaşmış idi).

14. BALKAN PAKTI (1954)

1952 yılında Türkiye ve Yunanistan NATO’ya katılmıştı, arada bir tek Yugoslavya kalmıştı. Fakat 1954’de Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı imzalanarak bu boşlukta kapatıldı. Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya bu ittifakı imzalayarak SSCB’ye karşı Balkanlar’da savunma hattı oluşturmaya çalıştılar. Komünist Rus emperyalizmine karşı kurulan bu ittifak, Kıbrıs sorunu ile Türk-Yunan dostluğunun bozulması sonucunda önemini kaybetmiştir.




15. BAĞDAT PAKTI (CENTO–1955)

SSCB’nin, Orta Doğuda etkinliğini artırmasını önlemeye yönelik kurulan güvenlik ve savunma örgütüdür. Türkiye, Irak, İran, İngiltere ve Pakistan arasında oluşturulmuş bir pakttır. Paktı’n amacı; Orta Doğuda barış ve güvenliği sağlama, üye ülkeler arasında iş birliğini arttırmaktı. Türkiye bu pakt ile Orta Doğuda savunma örgütü oluşturmayı amaçlamıştır. Bu pakt’a Mısır ve Suriye şiddetle karşı çıkmıştır (Bu pakt’a Mısır, Arap Birliği düşüncesini gerçekleştirmek istediği için katılmamıştır). Pakistan ise Keşmir sorununda Batılı devletlerin desteğini alabilmek için bu pakt’a katılmıştır.

Irak’ta, 1958’de meydana gelen ihtilal sonucunda Krallık Rejimi yıkılmış ve yeni rejim 1959’da Bağdat Paktı’ndan çekildiğini açıklamıştır. Irak’ın pakt’tan çekilmesi üzerine pakt’tın merkezi Ankara’ya taşınmış ve pakt’tın adı CENTO’ya dönüştürülmüştür. 1979’da İran ve Pakistan, CENTO’dan ayrılınca pakt işlevini yitirmiştir.

16. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ’NDE (1945–60) TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI

1945–60 yılları arasında Türkiye’nin dış politikasına hâkim olan esas konu, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa dengesinde meydana gelen boşluklardan yararlanan ve bütün ağırlığıyla Türkiye’nin üzerine çöken Sovyet Rusya’nın emperyalizmine karşı güvenliğini sağlama endişesi olmuştur. Bu nedenle ABD’den askeri ve ekonomik yardımlar alınmıştır.

Türkiye, NATO’ya girmekle bu güvenliğe kavuşmuş olsa da Doğu Asya’da komünist Çin’in ortaya çıkması, Kore Savaşı ile milletlerarası komünizmin dünyanın çok geniş bir alanında tehlike yaratması karşısında Türkiye kendi güvenlik sistemi için Balkan ve Bağdat İttifaklarının kuruluşunda aktif bir rol oynamıştır. Bu gelişmeler Türk dış politikasını 1945–55 arasında meşgul ederken, 1954’te milletlerarası mahiyet kazanan Kıbrıs meselesi, Türk dış politikasının başlıca meselesi haline gelecektir.

Türkiye, 1945’te BM’ye üye olmuş bunun üzerine SSCB ile ilişkileri bozulmaya başlamıştı. Rus Bakanı Molotov ile Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper arasındaki görüşmede SSCB’nin, Boğazlarda üs ve Doğu Anadolu’da toprak istemesi üzerine, Türkiye ABD’den savunma güvencesi ve ittifak istemiştir. ABD de, SSCB’nin yayılmacı politikasına karşılık, Türkiye’yi destekleme kararı almıştır. Türkiye’nin eski Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesinin İstanbul’a getirilmesi, ABD’ye büyük bir güç gösterisinde bulunma fırsatı verdi. Cenazeyi taşıyan Missouri Zırhlısı 5 Nisan 1946’da İstanbul’a geldi. Bu, ABD’nin, Türkiye’nin yanında olduğunu gösteren ve SSCB’nin geri adım atmasında etkili olan bir gelişme oldu.

Sovyet Rusya tehdidine karşı Türkiye’yi kendi haline bırakmak istemeyen ABD, 1947 Truman Doktrini ile Ankara Hükümeti’ne destek vermiştir. ABD Strateji uzmanları, Avrupa’da bir savaş çıkacak olursa SSCB’ye yakın üslere gerek olduğunu, bunun içinde Türkiye’nin NATO’ya alınması gerektiğini ifade etmişlerdi. Sonuç olarak; Türkiye, dünya barışına katkıda bulunmak ve SSCB’nin emperyalizmine karşılık uluslararası destek bulmak amacıyla 1951’de Kore’ye asker göndermiş, 1952’de de NATO’ya üye olmuştur.

17. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE TÜRKİYE’NİN İÇ POLİTİKASI

Çok Partili Hayata Geçiş (1946-1950 Seçimleri)

Türkiye 1930 -1945 yılları arasında tek parti olan CHF tarafından yönetildi. Yani inkılâplaşma sürecinin bir parçası olan çok partili hayata geçiş gerçekleştiremedi.
II. Dünya Savaşı yıllarında uygulanan ekonomik politikalar, iktidarda bulunan CHF’ yi yıpratmıştı. Ayrıca çıkarılan Varlık vergisi ve Toprak Mahsulleri vergisi gibi uygulamalardan büyük zarar gören büyük toprak sahipleri, tüccarlar, sanayiciler artık CHF’ye kendi partileri gibi bakmıyorlardı. Savaş döneminde zor durumda kalan köylü artık CHF’ye sırt çevirmişti. Bu gelişmeler devam ederken Temmuz 1945’te iş adamı Nuri Demirağ Başkanlığında “Milli Kalkınma Partisi” kuruldu.

Bu parti, çok partili hayata geçişte kurulan ilk parti oldu. Yurt genelinde etkili olamayan bu parti seçimlere gidemeden kapandı.

Haziran 1945’te TBMM’de çiftçiyi topraklandırma kanunu görüşülürken bir grubun muhalefeti dikkat çekti. CHF’ nin içindeki muhalif milletvekillerinden Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü, partinin daha demokratik bir yapıya kavuşturulmasını istediler. Meclise, daha fazla demokrasi isteyerek “dörtlü takrir” denilen önergeyi verdiler. İsteklerinin reddedilmesi üzerine görüşlerini basına duyurdular (devletçiliğe karşıydılar ve tek parti yönetiminin uygulamalarını anti demokratik buluyorlardı).

Bu dörtlü, Partiden ayrılarak Ocak 1946’da Demokrat Parti adıyla yeni bir parti kurdular. Halk, bu partiye “Demir Kırat” adını vermiştir. DP, CHF’ye göre üye yapısıyla daha genç, daha az bürokratik, daha fazla sanayici, tüccar ve serbest meslekçiye sahip çıkıyordu. Ayrıca DP, tek parti döneminin anti demokratik uygulamalarının eleştirisini, siyasal projesinin merkezine alıyordu. DP’nin kurulmasından sonra, CHP de demokratikleşme yolunda bir takım adımlar attı. Basın yasası, dernekler yasasının değiştirilmesi ve üniversite özerkliğinin sağlanması bunlardan bazılarıdır.

Türkiye’de tek partili rejimden çok partili rejime geçiş yılı olan 1945 yılı iktisadi yapıdaki dönüşümlerin de (devletçilikten, liberalizme yönelme) başlangıcıdır. 1946 yılında yapılan seçimler Türk tarihinde “Sopalı Seçimler” olarak bilinir. Bu seçimlerde açık oy, gizli sayım ilkeleri uygulanmış, CHF beklenenden fazla milletvekili çıkartmıştır.

Demokrat Parti’nin Temmuz 1946 seçimlerini kazanamaması parti içinde muhalefete yol açtı. 1948’de bir grup mebus DP’den ayrılarak ‘Millet Partisi’ni kurdular. Genel seçimler 14 Mayıs 1950’de yapıldı. Yeni seçim yasası uyarınca gizli oy, açık sayım ilkesiyle yapılan seçimlerde, bu sefer kesin bir zafer kazanan DP, 408 milletvekili çıkardı. CHF ise ancak 69 milletvekilliği kazanabildi.

Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Celal Bayar, TBMM tarafından Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı seçildi. Parti Genel Başkanlığına getirilen Adnan Menderes’te Başbakanlığa getirildi. DP’nin kurulmasından birkaç ay sonra parti sayısı hızla çoğaldı. 1946 yılında 10’u aşkın siyasi parti kuruldu. Aynı yıl çok partili hayatın ilk genel seçimi yapıldı.

Ülkemizde çok partili hayata geçilmesi ile ekonomi alanında da bir değişim ve gelişim yaşanmıştır. 1950 sonrasında makineleşme ile birlikte, tarım alanları genişledi ve üretim arttı. Bu dönemde sanayileşmeye de ağırlık verildi. Ayrıca Türkiye’nin Batılı ülkelerle ilişkilerinin geliştirilmesi ekonomide dış dünyaya açılma sürecini hızlandırdı.

1960’lı yıllara gelindiğinde ülkemizin kalkınması yolunda planlı bir ekonominin gereklerini yerine getirmek için “Devlet Planlama Teşkilatı” kuruldu.
Türkiye, 1950 yılından sonra yaşanan nüfus artış hızıyla dünyada ilk sıralarda yer aldı. 1950–60 arasında iktidarda kalan DP yabancı sermayeyi teşvik kanunu ile petrol yasasını çıkartmış bu durum fazlaca tepki çekmiştir.
27 Mayıs 1960 tarihinde askeri darbe yaşanmış, DP böylece kapatılmıştır. Partinin önde gelen isimleri Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatih Rüştü Zorlu gibi Bakanlar idam edilmiştir.

Türkiye, 1958’de Uluslararası Para Fonu olan IMF’den ilk borç parasını almıştır.