III.
ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ
(İKİ
KUTUPLU DÜNYA)-(1945–1960)
II. Dünya Savaşından sonra başlayan ve
aktif olarak 1960’lara kadar süren döneme “Soğuk Savaş Dönemi” denir.
İkinci Dünya Savaşı, tarihin gördüğü en
yıkıcı savaşlardan biri olmuştur. Ülkeler yıkılmış, 56 milyon insan ölmüştür.
Savaşın etkilerini hissetmeyen hiçbir ülke ve toplum kalmamıştır. Kâbus gibi
geçen 6 yıllık bu rüyadan sonra dünya devletleri ve insanlık yine de barışa
hemen kavuşmamışlardır.
Milletlerarası çatışmalar, insanlığı
zaman zaman üçüncü bir dünya savaşının eşiğine getirmişse de sıcak savaş patlak
vermemiş; dünya soğuk savaş atmosferi içerisinde heyecanlı bir 15 yıl geçirmek
zorunda kalmıştır.
İkinci Dünya Savaşından sonra egemen
güçler arasında iki kutuplu bir denge sistemi ortaya çıkmıştır. Batı ve
Doğu diye ikiye ayrılan bir dünyada soğuk savaş denilen bir mücadele
başlamıştır. Ancak bu dönemde Kore Savaşı gibi blokları karşı karşıya getiren
bölgesel sıcak savaşlar da görülmüştür.
A. SOĞUK SAVAŞ
DÖNEMİ’NDE YAŞANAN ÖNEMLİ GELİŞMELER
1) II. Dünya savaşından
sonra dünya politikasına Avrupalı devletlerin yerine ABD ve SSCB hâkim
olmuştur. Bu iki devlet süreç içerisinde Avrupa ile ilgili birçok konuda karşı
karşıya gelmiştir. Daha önce dünya politikasında rol oynamayan bu iki devlet
milletlerarası politikalarda ön plana çıkarak günümüze kadar etkinliklerini
sürdürmüşlerdir.
2) Bu dönemde ilk defa
milletlerarası ilişkilere doktrin ve ideoloji unsuru girmiştir.
3) Sömürgecilik sona
ermiştir. Asya, Avrupa ve Afrika’da günümüzün bağımsız devletleri kurulmuştur
(Sömürge halindeki uluslar bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Üçüncü Dünya veya
Bağlantısızlar bloğunu kurmuşlardır).
4) Füze teknolojisi savaştan
sonra büyük bir gelişme göstermiş ve büyük devletlerarasında yaşanan rekabeti uzaya
taşımıştır. Büyük devlet olmanın koşulu sömürgelere sahip olmaktan çıkmış,
uzayın derinliklerinde etkili olmaya dönüşmüştür.
5) Bütün dünya ülkeleri;
siyasal kuvvet dengesi, güvenlik, barış, ekonomik kalkınma, refah ve daha iyi
bir yaşam seviyesi gibi meselelerle yoğun bir şekilde meşgul olmak zorunda
kalmışlardır.
Soğuk Savaş Döneminde SSCB; Türkiye,
İran ve Yunanistan üzerindeki baskını artırmış, Doğu Akdeniz ve
Ortadoğu’ya yayılmaya çalışmıştır. SSCB, Mart 1945’de Türkiye’ye bir nota
vererek daha önceden imzalanan “Dostluk ve Saldırmazlık Paktı”nı feshettiğini
bildirmiş, sınırda değişiklik, boğazlarda üs istemiştir.
SSCB’nin bu tehditleri ABD’nin,
Ortadoğu’yla ilgilenmesine yol açmıştır. Ayrıca SSCB, Avrupa’da işgal ettiği
bölgelerde komünizm rejimini yerleştirerek kendisine bağlı uydu devletler oluşturmaya
çalışmıştır (Bulgaristan, Romanya, Polonya, Macaristan, Doğu Almanya,
Yugoslavya ve Arnavutluk’ta komünistlerin yönetimi ele geçirmesini
sağlamıştır).
İngiltere Başbakanı Churchill, SSCB’ye
bağlı bu komünist devletlere (uydu devletlere) 1946 yılında Fulton
Konferansı’nda “Demir Perde Ülkeleri” deyimini kullanmıştır.
Bu devletler üzerinde etkinliğini iyice
arttırmak isteyen SSCB, uluslararası komünizm faaliyetlerini de yeniden
örgütlemek için 1947’de Cominform’u (Komünist bilgilendirme bürosu)
kurmuştur.
Uyarı: Soğuk savaş döneminde SSCB ve yandaşları ABD ve onun
müttefiklerine karşı şu teşkilatları kurdular: Cominform, Comecon,
Varşova Paktı.
Bu gelişmeler üzerine ABD, 1947 yılına
kadar izlediği dış politikasında köklü bir değişikliğe gitmiştir. ABD
Başkanı Truman, kendi adıyla anılan bir doktrin yayımlamıştır.
a) Truman
Doktrini:
Başkan Truman ABD’nin, komünizmi
durdurması gerektiğini, bunun da özgürlük ve bağımsızlığını korumak isteyen
uluslara askeri ve ekonomik yardım yaparak mümkün olacağını belirtmiştir.
Truman Doktrini Ortadoğu düzenini
korumak ve Sovyet Rusya’nın yayılmasını engellemek için jeopolitik olarak
önemli olan Türkiye ve Yunanistan gibi devletlere ekonomik ve askeri yardım
yapılmasını öngörüyordu.
Bunun üzerine ABD, Yunanistan’a 300
milyon, Türkiye’ye 100 milyon dolarlık yardım yapacağını belirtmiştir.
Truman, Batı dünyasının savunması için
çok önemli bir yerde bulunan Türkiye ve Yunanistan’ı, SSCB karşısında yalnız
bırakmak istememiştir. Bu tarihten sonra Türkiye, dışa kapalı ve korumacı, içe
dönük iktisadi politikaları terk etmiş, serbest dış ticaret ekonomisini
benimseyerek dış pazarlara yönelmiştir.
b)Marshall
Planı:
Marshall planı, II. Dünya Savaşından
sonra 1947’de önerilen ve 1948–51 yılları arasında yürürlüğe konulan ABD
kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu
16 ülke bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır
(ABD, 16 Avrupa ülkesine 6 milyar dolarlık yardım yapmış ve SSCB bu plana karşı
çıkmıştır.).
Marshall Planı, savaşta yıkılmış olan Avrupa’nın
kalkınması için hazırlanmış olmasına rağmen, Türk hükümetinin isteği
üzerine bu planda Türkiye’ye de yardım yapılmasına karar verilmiştir.
c)Molotov Planı:
Marshall Planına, Sovyetler ve onun
uyduları olan Doğu Bloğu ülkeleri katılmak istememişlerdir. Aksine Marshall
Planına karşılık Sovyetler de uyduları arasındaki ekonomik ilişkileri ve
işbirliğini geliştirmek için Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotov’un adıyla bir
plan hazırlanmıştır. Böylece Molotov Planı ile ikili ticaret düzeni
kurulmuştur.
2. SOĞUK SAVAŞ
DÖNEMİ’NDE AVRUPA’DA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER
II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da
yaşanan siyasal ve ekonomik sorunlar giderek artmış ve bu sorunları
çözmek için ülkeler bir araya gelerek yeni teşkilatlar kurmuşlardır.
a)
OEEC (Avrupa Ekonomik
İşbirliği Örgütü):
Marshall planı çerçevesinde 16 Avrupa
ülkesinin katılımıyla 1948’de OEEC kuruldu. Böylece Batı Avrupa
ülkeleri, ABD ile askeri ve ekonomik alanlarda işbirliği içine girmiş
oldular. OEEC daha sonra OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü)
adını almıştır. Türkiye’de bu kuruluşa 1948’de üye olmuştur. Bu
kuruluşun Avrupa dışındaki üyeleri ABD ve Kanada’dır.
b)
COMECON (Ekonomik Yardımlaşma Konseyi):
Sovyet Rusya, ABD’nin bu
planlarına karşılık Ocak 1949’da Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan,
Polonya, Romanya ile COMECON’u kurmuştur. Bu konseye daha sonra Arnavutluk,
Alman Demokratik Cumhuriyeti ve Küba’da katılmıştır. Doğu Bloğu ülkeleri
olarak anılan bu ülkeler daha sonra NATO’ya karşı 1955’te Varşova Paktı’nı
kurmuşlardır.
c)
Avrupa Konseyi:
Avrupa devletleri II. Dünya Savaşından
sonra yaşanan sıkıntıların aynısının bir daha tekrarlanmaması amacıyla 5 Mayıs
1949’da Avrupa Konseyi’ni kurdular. Böylece insan hakları, hukuk
üstünlüğü ilkelerini koruyup güçlendirmeye, yabancı düşmanlığını sona erdirmeye
çalıştılar.
Uyarı: 8 Ağustos 1949’da Strasburg’ta yapılan toplantıda Yunanistan,
İzlanda ve Türkiye, Avrupa Konseyinin üyesi olmuştur. Avrupa Konseyi
insan hakları, eğitim ve kültür alanında hizmet veren tüm Avrupa devletlerine
açık olan konseydir. Bu kuruluş Avrupa Birliği Konseyi ile
karıştırılmamalıdır.
d)
AET (Avrupa Ekonomik
Topluluğu) – (1948):
Batı Avrupa Devletleri 1948 yılında “Avrupa
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı”nı kurdular. Bu teşkilatın ABD’nin Marshall
planını düzenlemek, üyeler arası serbest ticaret ortamı oluşturmak gibi
görevleri vardır. Bu topluluk daha sonra Schuman planını kabul ederek “Avrupa
Kömür ve Çelik Birliğini” kurmuştur.
Ortak Pazar adı ile anılan AET’nin
kuruluşundan sonraki ilk on yıla “geçiş dönemi” adı verilmiştir. 1965 yılında Füzyon
Antlaşması ile “Avrupa Topluluğu” kurulmuş (1990), Maastricht
Antlaşması ile de “Avrupa Birliği” adını almıştır (1994).
e)
BM (Birleşmiş Milletler Örgütü) – (1945):
II. Dünya Savaşı devam ederken ABD ve
İngiltere “Atlantik Bildirisi”ni yayınladılar. 1945’te bu bildirinin
devamı olarak 51 ülkenin katılımıyla San Francisco Konferansı toplanmıştır.
Sonuçta uluslararası ilişkileri geliştirmek ve uluslararası barışı kalıcı
kılmak amacıyla 24 Ekim 1945’te merkezi New York olan Birleşmiş
Milletler Örgütü kurulmuştur. Ayrıca, BM’nin yan kuruluşu olan BM Güvenlik
Konseyinde, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in veto hakkı vardır.
f)
NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) – (1949):
ABD’nin, SSCB’ye karşı (Komünizm yayılmacılığına
karşı) oluşturduğu güvenlik örgütüdür.
Kuruluş Nedenleri:
a) ABD’nin dünyanın yeni bir barış düzenine kavuşturulması için SSCB
ile işbirliği yapamaması
b) ABD’nin, Avrupa’da Komünist tehlikesine karşı, ‘Durdurma
Politikası’nı benimsemesi
c) ABD’nin öncülüğünde
oluşturulacak uluslararası bir örgütün dışında başka bir gücün SSCB’yi
durduramayacağı düşüncesi
Bu nedenlerden dolayı ABD, 4 Nisan 1949’da
12 Batılı ülke ile birlikte NATO’yu kurdu. Böylece SSCB tehdidine karşı
bir set oluşturarak “Batı Bloğu” kurulmuş oldu. Taraflar arasında
imzalanan pakta göre; ortak savunmaları ile barış ve güvenliklerini korumak
için birleşmiş oldukları belirtilerek, içlerinden birine yapılmış bir
saldırının hepsine yapılmış sayılacağı belirtildi. Türkiye, 1950’de BM
aracılığıyla Kore’ye asker göndererek Güney Kore’ye yardım etmiştir. Bu
gelişmelerden sonra Türkiye NATO’ya üye olmuştur. (Türkiye ile Yunanistan
1952’de üye oldular).
g)
Varşova Paktı (Avrupa Sosyalist
Bloğu)-(1955):
SSCB’nin, NATO’ya karşı
doğu bloğu ülkeleri (Alman Demokratik Cumhuriyeti, Bulgaristan, Çekoslovakya,
Polonya, Macaristan, Arnavutluk, Romanya) ile kurduğu pakt’tır. 14 Mayıs
1955’de Varşova’da 8 sosyalist ülkenin imzaladığı “Dostluk, İşbirliği ve
Karşılıklı Yardımlaşma Antlaşması” ile kurulan askeri ve siyasal birliktir.
Paktın kurulma nedeni, 1949’da barışı
sağlama gerekçeleriyle kurulan, sosyalist ülkelere ve sosyalizmin yayılmasına
karşı oluşturulan NATO’nun askeri etkinliklerini artırması ve silahlanmaya hız
vermesidir. Böylece, Avrupa’da güçler dengesini yeniden kurma isteği 20. yy.
ikinci yarısından itibaren iki kutuplu bir dünya meydana gelmesine yol
açmıştır (Batı– Doğu Bloğu).
h)
Schuman Planı (1950):
Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Fransa
ve Batı Almanya’da demir ve çelik üretimini denetleyecek tek bir
organ oluşturması ve bu ortaklığın diğer Avrupa ülkelerinin üyeliğine de açık
tutulması yolundaki önerisidir. Bunun üzerine Schuman Planı çerçevesinde “Avrupa
Kömür ve Çelik Birliği” (ESCS) kurulmuştur.
3. DOĞU BLOĞUNDA
MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER
Yugoslavya, SSCB’nin
Balkanlardaki en büyük gücü idi. Ancak doğu bloğunda SSCB hegomanyasına ilk
tepkiyi 1945’den itibaren yine Yugoslavya verdi. Bunun nedeni Yugoslavya lideri
Tito’nun, SSCB baskısını ortadan kaldırmak istemesidir, Yugoslavya’nın,
Balkanlarda hâkimiyet kurarak, tam bağımsız hareket etmek istemesidir.
Yugoslavya’nın bu tutumu 1948’de Kominform’dan
çıkarılmasına, Varşova Paktı’ndan ayrılmasına neden oldu. Bunun üzerine
ABD, Yugoslavya’ya yanaşmış ve ona yardım etmiştir. Bu gelişmelerden sonra
Yugoslavya, 1955 yılından itibaren Doğu Bloğuna dönmeyerek, Asya ve Afrika
ülkeleriyle “Tarafsızlar Bloğunun” öncülüğünü yapmaya çalışmıştır.
4. BATI BLOĞUNDA
MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER
a)Batı Bloğunda ilk farklı tutum
sergileyen devlet Fransa oldu. Fransa’da General Charles de Gaulle’nin
1959’da Cumhurbaşkanı olmasından sonra 1962’de Cezayir’e bağımsızlık
verildi. Daha sonra Almanya ile yakınlaşarak 6 Avrupa devletinden oluşan “Ortak
Pazar”a İngiltere’nin katılması engellendi. Çin ile diplomatik ilişkilere
girdi, SSCB ile dostluk kurmaya çalıştı (Bu siyasetin asıl amacı; ABD ve SSCB etkisinin
olmadığı bir düzen ve yeni bir denge sağlayarak Fransa’yı dünyanın 3. gücü
haline getirmekti).
NOT: Fransa Mart 1966’da
NATO’nun askeri kanadından çekilerek politik kanadıyla ilgilenmeye başladı. Bu
durum Paris’te bulunan NATO merkezinin Brüksel’e taşınmasına
neden oldu.
b) Batılı devletler,
NATO’nun kurulmasıyla Avrupa’da SSCB’nin yayılmasını önlendikten sonra,
müttefikleri Batı Almanya’nın da hızla kalkınmasına izin verdiler. Batı Avrupa
devletlerinin bu şekilde kalkınması bu devletlerin birleşerek Avrupa
savunmasını da daha güçlü hale getirme isteklerine neden oldu. Böylece “Avrupa
siyasi birliği düşüncesi” ortaya çıktı. Böylece süreç içerisinde Avrupa
Ortak Pazarı devletleri de Batı Bloğunda güçlü bir konuma ulaşmış oldu.
Uyarı: Tüm bu gelişmeler Doğu ve Batı bloğunun
yanında Üçüncü Bloğun da oluşmasına neden olmuştur.
5. ÜÇÜNCÜ BLOĞUN
OLUŞMASI
Soğuk Savaşın iki bloğuna da katılmayan az
gelişmiş ülkeler için “üçüncü dünya” deyimi kullanılmıştır.
Batılı devletlerin Asya ve Afrika’daki
sömürgeleri 1945 yılından itibaren Batılı devletlere karşı bağımsızlıklarını
kazanmak için mücadele etmiştir. Böylece bağımsız birçok devlet ortaya
çıkmıştır. Bu yeni devletler doğu ve batı bloklarının dışında kalarak öncelikle
ekonomik kalkınmayı amaç edinmişlerdir.
Böylece üçüncü bloğun kurulması
düşüncesini benimsemişlerdir. Bu tarafsızlığın öncülüğünü Mısır ve Hindistan
yapmıştır. Bu öncü devletler örgütlenmeyi sağlamlaştırmak amacıyla 1955’te
“Bandung Konferansı”nın (1. Asya ve Afrika Devletleri Konferansı) düzenlenmesini
sağladılar.
Üçüncü dünya ülkeleri Asya ve
Afrika’daki sömürgeci politikaları yargılamak için bu konferansı toplayarak ABD
ve SSCB gibi iki büyük güç karşısında varlıklarını korumak için birlik
ve dayanışma sağlamayı amaç edindiler.
Bandung Konferansı’na, Türkiye’de
dâhil 24 Asya ve Afrika devleti katılmıştır. Bu konferans, Üçüncü Bloğun kurulmasında
önemli bir rol oynamış ve birçok konferansın düzenlenmesine önayak olmuştur.
Konferansa katılan devletler, barış içinde bir arada yaşama ilkesini benimsemişlerdir.
Bu konferans “Bağlantısızlar Hareketi’nin” doğuşunda etkili olmuştur.
Bağlantısızlar Hareketi ise herhangi bir ideolojik güce dâhil olmayan 100
üzerinde ülkenin bir araya gelerek oluşturdukları uluslararası oluşumdur.
Uyarı: 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından
bloklaşmanın sona ermesi, Bağlantısızlar Hareketinin de hızla çökmesine neden
oldu.
6. BERLİN BUHRANI
(1948)
Berlin Buhranı, II. Dünya savaşından
sonra yaşanan soğuk savaş döneminin ilk büyük sorunudur. II. Dünya savaşından
sonra Almanya’daki Berlin şehri 4 işgal bölgesine ayrılmıştı. Bu bölgeler ABD,
İngiltere, Fransa, SSCB işgal bölgeleriydi. Batılı devletlerin
Berlin’deki işgal bölgeleriyle Almanya’daki diğer işgal bölgeleri arasındaki
ulaşım ancak Sovyet işgal bölgesi üzerinden sağlanabiliyordu. İngiltere, ABD,
Fransa, Sovyetlere karşı güç birliği yaparak 1948’de Berlin’deki işgal
bölgelerini birleştirdiler ve buraya Trizonia adını verdiler.
SSCB ise batılı devletleri
Berlin’den çıkarmak için Batı Berlin ile Batı Almanya arasındaki her türlü
ulaşımı kesti. Böylece Almanya fiilen 2’ye ayrılmış oldu. Bu durum, Batı
Berlin’de yaşayan insanlara yiyecek götürülememesine neden oldu. Ancak ABD kurduğu
hava köprüsü ile her gün Batı Berlin’e yiyecek yardımı yapılmasını
sağladı.
Sonuç: Berlin Buhranı,
Batılı devletlerin Almanya’da birlik kurulamayacağını, Sovyetlerin ise Batılı
devletleri, Berlin’den çıkaramayacağını anlamasına neden oldu. Bu buhran adeta
dünyanın iki bloğa ayrıldığının kanıtı oldu.
Berlin
Duvarı:
II. Dünya savaşını kaybeden Almanya’nın, Başkenti Berlin 4
işgal bölgesine ayrılmıştı. Bir süre ABD, İngiltere, Fransa işgal
bölgelerini birleştirerek tek yönetim altına almalarına rağmen, SSCB ise
bu birleşmeye karşı çıktı. Hatta kendi işgal bölgesi olan Doğu Almanya’daki
Almanları cezalandırmak istedi. Bu gelişmeler üzerine zaten ekonomisi kötü olan
ve baskıcı yönetime sahip Doğu Almanya’dan batıya doğru kaçışlar başladı. Bu
kaçışlarda Berlin üzerinden yapılmaktaydı. Bunun üzerine Doğu Almanya
vatandaşlarının batıya kaçışlarını önlemek için 1961’de Berlin duvarı yapıldı.
1989’da ise Doğu Alman vatandaşlarının,
Sovyet hâkimiyetindeki Doğu Bloğu ülkelerine geçiş yapmalarına izin verildi.
Böylece binlerce kişi Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Yugoslavya’ya akın
etti. Bu durumu değerlendiren Doğu Alman hükümeti artık Berlin duvarının bir
anlam taşımadığına karar verdi. Böylece 1989 Kasım ayında Berlin duvarı
yıkıldı. Duvarın yıkılmasından sonra 1990’da Alman Demokratik Cumhuriyeti sona
erdi.
7. İSRAİL DEVLETİ’NİN
KURULMASI (1948)
Siyonizm:
Filistin’de
bir Yahudi devletinin kurulmasını sağlamak için Yahudi gazeteci Theodor Herzl
tarafından 19. yy sonlarında Viyana’da başlatılan harekete Siyonizm denir.
1832 yılından itibaren Yahudiler,
Osmanlı toprağı olan Filistin’e yerleşmeye başladılar. O dönemde Osmanlı
padişahı olan II. Abdülhamit’ten toprak istediler fakat bu istekleri
reddedildi. I. Dünya Savaşı sırasında ABD Başkanı Wilson, Yahudi
sorunuyla ilgilenmeye başladı. İngiltere ise 1917’de Balfour
Deklarasyonu ile ABD Başkanı’nın bu tutumunu destekleyince Yahudi sorunu
uluslararası platformda iyice gündeme gelmeye başladı.
Balfour Bildirisi ile Yahudiler,
İngiltere’den Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devleti kurulması sözünü
aldılar. İngilizlerin izni ile bu bölgeye yoğun Yahudi göçleri oldu.
II. Dünya savaşından sonra İngiltere,
Filistin’deki manda yönetimine son verdi. Bu durum İsrail devletinin
kurulmasına zemin hazırladı. Mayıs 1948’de Tel Aviv’de toplanan Yahudi
Milli Konseyi, İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti. Bu durum Filistin
sorununu ortaya çıkarttı (Filistin topraklarında kurulan Yahudi Devletini ilk
olarak ABD tanıdı 3 gün sonra da SSCB tanıdığını açıkladı).
19.yy sonlarına doğru Filistin’e gelip
yerleşen Yahudilerin İsrail Devleti’ni kurmalarıyla ülkelerinden zorla
çıkarılan ve göçmen olarak çeşitli ülkelerde zor şartlar altında yaşamak
zorunda bırakılan 5 milyon Filistinlinin ülkelerine dönmek ve bağımsız bir
devlet kurmak için yaptıkları mücadeleye Filistin Sorunu denir.
İngiltere sorunu çözmek için BM’ye başvurdu. BM ise Kasım 1947’de
aldığı bir kararla:
a) Filistin’in, Araplar
ve Yahudilerce kurulacak 2 devlet arasında bölünmesini,
b) Kudüs ve çevresine
uluslararası bir statü verilmesini kararlaştırdı.
Bu kararlara Filistinliler ve Arap
ülkeleri tepki gösterdi. İngiltere’nin Filistin’den çekildiği gün İsrail
Devleti’nin kurulduğu açıklandı (14 Mayıs 1948). Bu durumu kabul
etmeyen Araplarla, Yahudiler arasında savaşlar başlamış oldu. Yoğun bir şekilde
Arap- İsrail çatışmaları sürdü.
İsrail devletinin kuruluşundan bir gün
sonra Arap Birliği’ne bağlı ülkeler, (Mısır- Ürdün- Suriye- Lübnan-
Irak) İsrail’e saldırdıysalar da aylarca süren savaşları İsrail
kazanmıştır. İsrail, bu savaşlarda Filistin’in büyük kısmını, Kudüs’ün batı
kesimini ele geçirdi. Böylece Filistin paylaşılmış oldu.
İsrail Devletinin kurulması ve yaşanan
savaşlar nedeniyle Filistinliler mülteci durumuna düşerek ülkeleri dışına
çıktılar, diğer Arap komşu ülkelere sığındılar. Savaşlarda başarılı olan
İsrail, hiç yenilmeyerek kazançlı çıkmıştır. Filistinliler ise seslerini
duyurmak amacıyla uçak kaçırma, bombalı saldırılar düzenleme gibi eylemler
yapmışlardır.
Özellikle 1972 Münih Olimpiyatları’nda
İsrailli sporcuları kaçırarak öldürmeleri dünya kamuoyunu şok etmiştir. 1964’te
Arap Birliğinin girişimiyle FKÖ kuruldu.FKÖ’nün başına 1968’de Yaser
Arafat getirildi. FKÖ, İsrail’e karşı şiddete yönelerek sesini duyurduysa da
dünya kamuoyundan tepki almıştır. Türkiye de FKÖ’yü, Filistin halkının tek
meşru temsilcisi olarak tanımıştır. 1976’da İstanbul’da toplanan İslam
Konferansı Örgütü, FKÖ’nün ofis açmasına izni vermiştir. Türkiye 1988’de
Filistin’i bağımsız devlet olarak tanıyan ilk NATO üyesidir.
a) I.
Arap- İsrail Savaşı (1948–49): Savaşın nedeni Arap ülkelerinin, kurulan İsrail devletini yıkmak
istemeleridir. 1 yıl kadar süren savaşı İsrail ordusu kazanmıştır.
b) II.
Arap- İsrail Savaşı (1956):
Savaşın sebebi Mısır’ın, Süveyş kanalını
millileştirmesidir. Çünkü bu kanal yoluyla Avrupalı devletler, körfez
ülkelerinden petrol alıyorlardı. Ülkesini İsrail’e karşı güçlendirmek için
Mısır, SSCB’den silah aldı. Ancak ABD ve İngiltere Mısır’a kredi vermeyince
silahların parasını ödeyemeyen Mısır, Süveyş kanalını millileştirdiğini
açıkladı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa’nın desteğini alan İsrail, Sina
yarımadasını işgal edince Mısır, ateşkese razı oldu.
c) III.
Arap-İsrail Savaşı (Altı gün Savaşı) (1967):
1964’te FKÖ’nün kurulması
bunalımı yeniden başlatmıştır. Filistinlilerin yurtlarından çıkarılmalarının
sorumlusu olarak Yahudileri görmeleri ve İsrail sınırını aşarak gerilla harbine
başlamaları üzerine savaş başlamıştır. İsrail, kısa sürede Süveyş kanalına
kadar olan toprakları ele geçirdi. Böylece Filistinli 1 milyondan fazla kişi
Ürdün’e göç etmek zorunda kaldı. Bu insanlar bir süre sonra Ürdün’den
çıkarılınca Lübnan’a sığınmak zorunda kaldılar.
Kara
Eylül: Filistinlilerin, Ürdün’e sürülmesi ve FKÖ’nün, Ürdün’de
etkinliğini artırması üzerine yaşanan olaylar nedeniyle Ürdün ve
Filistinlilerden 7–8 bin insanın kaybedildiği olaylara
verilen addır. Silahlı çatışmalar FKÖ’nün ve Filistinlilerin 1971’de Lübnan’a
sürülmesine kadar sürmüştür.
d)
IV. Arap- İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı) (1973):
BM’nin Arap-İsrail sorununu
çözemeyeceğini anlayan Araplar, (Mısır- Suriye- Ürdün) Filistin topraklarının
kurtarılması için topyekûn mücadele etmeleri gerektiğini düşünerek
İsrail’e saldırdılar. 6 Eylül 1973’te başlayan savaş Müslümanların kutsal ayı Ramazan
ve Yahudilerin kutsal günleri Yom Kippur’a (en büyük bayramlarına)
denk gelmişti. Bu savaşta ABD, İsrail’e, SSCB’de Arap devletlerine silah
yardımında bulundu.
Mekik Diplomasisi: 1973
Arap- İsrail Savaşı BM’nin kararı doğrultusunda sona ermesine rağmen barış
sağlanamamıştı. Bunun için ABD Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger, Tel
Aviv ile Arap başkentleri arasında defalarca gidip geldi. Mekik diplomasisi
adını alan bu ziyaretler sonunda barışa giden yol açıldı.
Uyarı: İsrail parlamentosu, Kudüs’ü İsrail’in değişmez
başkenti ilan edince, Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap devletleri,
İsrail’i ve onu destekleyen ülkeleri hedef alarak 1974’e kadar sürecek olan Petrol
Ambargosunu başlattılar.
Uyarı: 1974 yılında yaşanan petrol şokundan sonra Türkiye, Ortadoğu
ülkelerine daha fazla yaklaşmıştır. Türkiye, 1973 savaşında ABD’ye
kendi toprakları içinde bulunan üsleri kullanmaya izin vermezken, SSCB’nin
Türk hava sahasını Araplar lehine kullanması karşısında hoşgörülü davranmıştır.
İntifada:
İntifada, İsrail saldırılarına karşı
Filistinli gençler tarafından başlatılan taş savaşıdır. İsrail’in,
binlerce Filistinli genci öldürmesi üzerine, 1987’de İsrail işgaline karşı topluca
başkaldırma niteliği taşıyan hareketin adıdır. Böylece Filistinliler
arasında milli bilinç gelişmiştir.
Eisenhower
Doktrini (ABD’nin Ortadoğu politikası):
Sovyetlerin amacı; Süveyş kanalına ve
batının Orta Doğu’daki petrol kaynaklarına hâkim olmak, bölgeyi siyasi olarak
kontrol altında tutarak, batılı devletlere darbe indirmek, mümkün olursa
batılıları bölgeden uzaklaştırmaktı.
Ortadoğu’yu Rusya’ya kaptırmak istemeyen
ABD, Ortadoğu’yla yakından ilgilenmeye başladı. Truman Doktrini sadece
Türkiye ve Yunanistan’ı kapsarken Eishower Doktrini, bütün bir orta
doğu bölgesini içine alıyordu. Böylece bölgedeki ülkelerin komünizme karşı
savunulmasını sağlıyordu.
İşte bu doktrin, ABD Başkanı
Eishower’in, komünizmin yayılmasını önlemek için Orta Doğu ülkelerine
askeri ve mali alanlarda yardım yapılmasını öngören 5 Mart 1947’de kabul edilen
isteklerdir.
Orta Doğu’dan İngilizlerin çekilmesi
ile doğan boşluğu doldurmak ve petrolün düşman devletlerin eline geçmesini
önlemek için hazırlanmıştı.
Süveyş
Buhranı:
1956 yılında İngiltere ve Fransa, Süveyş
kanalındaki askerlerini geri çekince kanalın yönetimi Cemal Abdülnasır
yönetimindeki Mısır’a geçti. Böylece Mısır lideri Cemal Abdülnasır,
Süveyş kanalını devletleştirerek gelirlerine el koydu, kanalda kontrolü ele geçirdi.
Bu durum Mısır’ın, İsrail, İngiltere, Fransa ile çatışma
içerisine girmesine neden oldu. Batılı devletlerin Mısıra yönelik ekonomik
boykotu ve Süveyş kanalına saldırması ise durumu kınayan SSCB’ye, Orta
Doğu’da prestij kazandırdı. ABD ise, Orta Doğu’nun, SSCB’nin denetimine
girmesini önlemek amacıyla Eisenhower Doktrinini uygulamaya koydu.
8. KORE SAVAŞI
(1950–1954)
II. Dünya Savaşının sonlarına doğru
Japonya’nın yenilmesi üzerine, SSCB’de Postdam Konferansı gereği
Japonya’ya savaş ilan ederek askerlerini Kuzey Kore’ye soktu, 38. enlem
çizgisine kadar ilerledi (Postdam Konferansı’nda Kore topraklarının
kuzeyi SSCB, güneyi ABD askeri harekât sahası olarak kabul edilmişti). Bu
iki bölge II. Dünya savaşından sonra tüm çabalara rağmen birleştirilemedi.
Böylece Kore, II. Dünya savaşı sonunda kuzeyi SSCB, güneyi ABD işgali altında
olmak üzere fiilen ikiye bölünmüş oldu.
Sovyetler, Çin’in komünist idaresi
altına girdiğini görünce Çin’den destek alarak ABD’yi, Asya’dan çıkarmaya karar
verdi. Böylece Sovyetler, Kuzey Kore’deki birliklerine 1950’de saldırı emri
verdi. Bu saldırı, ABD’yi harekete geçirdi. Böylece Kore Savaşı başlamış oldu
(Haziran 1950). ABD, BM’yi devreye sokarak, Güney Kore’nin yardımına
gönderilmek üzere birçok milletten meydana gelen bir BM kuvvetinin
oluşturulmasını sağladı.
SSCB lideri Stalin’in 1953’te
ölmesiyle Sovyetler, ateşkese razı oldu. Böylece Panmunjon Mütarekesi ile
Kore savaşı sona erdi. ABD’yi, Kore’den çıkartamayacağını anlayan SSCB, bu
ateşkes antlaşması ile kuzey ve güney Kore arasındaki sınırı yine 38. enlem
olarak kabul etmek zorunda kaldı.
Türkiye de BM kuvvetine bir tugaylık
asker gönderdi. Kore Türk Tugayı, Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasında “Kunuri”
denilen yerde büyük başarı kazanmıştır. Bu birliklerin Kore’deki başarısı
Türkiye’nin itibarını arttırmıştır. Bu durum 1952’de Türkiye’nin NATO’ya
alınmasını sağlamıştır.
9. HİNDİÇİNİ SAVAŞI
(1945–1954)
Savaş, Çin Hindi’ndeki sömürgelerin, (Vietnam-
Laos- Tayland- Kamboçya) Fransa’ya karşı ayaklanması sonucu başlamıştır.
Bu savaş Fransa’nın uzak doğudan çekilmek zorunda kalmasına yol açmış,
sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmasıyla sonuçlanmıştır.
10. HİNDİSTAN VE
PAKİSTAN’IN BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ
Hindistan’daki ilk bağımsızlık
hareketleri İngiltere’de okuyan Hintli aydınlar tarafından başlatıldı. Bu
aydınlar “Sessiz direniş hareketini” başlatarak Hindistan’ın
bağımsızlığında etkili oldular. 1919’da Mahatma Gandi ile bağımsız
mücadelesi daha da hızlanarak güçlendi. İngilizler, Gandi’nin siyasi
düşüncelerinden ve giriştiği hareketlerden dolayı onu birçok kez hapse atsalar
da Gandi açlık grevi yaparak tüm dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyi başararak
hapisten kurtuldu. İngiltere, bu olaylar üzerine Hindistan’a 1935’te yeni bir Anayasa
yapma hakkı verdi. Böylece 1945’te Nehru Başkanlığında Hindistan’da
geçici bir hükümet kuruldu. Daha sonra İngiltere 1947’de Hindistan’dan
askerlerini çekti.
Ayrıca, II. Dünya Savaşı yıllarında
Hindistan’daki Müslümanlar, Hindu egemenliğinde yaşamak istemediklerini, Hindu
egemenliğinin kültürlerini ve özgürlüklerini zedelediğini ileri sürerek ayrı
bir devlet kurmak istediklerini belirttiler. 1940’da Lahor’da toplanan “Müslümanlar
Birliği Cemiyeti Kongresi” Hindu’lardan ayrı olarak bağımsız bir Pakistan
devleti kurulmasını kararlaştırdı. Bu hareketin liderliğini ise Pakistan’ın
bağımsız devlet olmasında etkili olan Muhammed Ali Cinnah yaptı.
11. KUZEY AFRİKA’DAKİ
BAĞIMSIZLIK MÜCADELELERİ
Kuzey Afrika 19. yy. ortasına kadar
Osmanlı hâkimiyeti altındaydı. Ancak daha sonra sömürgecilik politikalarıyla
Kuzey Afrika, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya hâkimiyeti
altına girdi (Diğer yerleri ise Belçika, İspanya, Portekiz işgal etmiştir).
a) Tunus, Fransızlara karşı
bağımsızlık mücadelesine 1932’de başladı ve 1956’da bağımsızlığına
kavuştu.
b) Fas, Fransa
ve İspanya’nın işgaline uğramış ve bu iki devlet arasında paylaşılmıştı. Fas, 1956’da
bağımsızlığına kavuştu.
c) Cezayir, 1830’da Fransa
tarafından işgal edilmişti.
1945 yılında bağımsızlık için ayaklanan
Cezayir, 1962’de bağımsızlığına kavuştu.
d) 1912’de İtalya’nın
hâkimiyetine giren Libya, II. Dünya Savaşı’nda işgale uğrayarak
İngiltere ve Fransa’nın yönetimine girdi. BM’nin kararıyla 1951’de
bağımsızlığına kavuştu (BM aracılığıyla bağımsızlığına kavuşan ilk ülkedir).
e) En son 1977’de
Cibuti Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Afrika’da bağımsızlığına kavuşmayan
ülke kalmadı.
Emperyalist devletlerden
bağımsızlıklarını alan bu devletler az gelişmiş 3. Dünya ülkelerine eklendiler.
Belgrat’ta 1961’de toplanan 2. konferansta bağımsızlıklarını ilan edip, bağlantısızlar
hareketi içinde yer aldılar.
12. SEATO’NUN
KURULUŞU (Güney Doğu Asya Sözleşmesi)
1954 yılının ortalarında SSCB’nin yayılmacı
girişimlerini önleyebilmek için ABD ve müttefikleri, SEATO adı verilen
örgütü kurdular. Böylece ABD, SSCB ve Çin’e karşı Avrupa’nın
Atlantik kıyılarından Pasifik’e kadar bir ittifak çemberi oluşturmuş oldu.
Vietnam Savaşı’ndaki başarısızlık,
ABD’nin savunma tedbirlerini daha da arttırmasına yol açtı. Çünkü bu savaş
Güney Doğu Asya’nın stratejik önemini arttırmıştı. Bu bölge komünizmin kontrolüne
girdiği takdirde SSCB ve Çin daha da etkin olacak, bu durum ABD açısından
Pasifik’in savunmasında sorunlar doğuracaktı. ABD’nin bu bölgeyi korumak için
attığı ilk adım, bağımsızlıklarını kazanmış olan Tayland, Lâos, Kamboçya,
Güney Vietnam’a askeri ve ekonomik yardımlarını artırmak oldu. İkinci
adımı ise SEATO ve Manila Paktı denilen Güney Doğu Asya Antlaşma
Teşkilatını kurması oldu.
13. AFRİKA BİRLİĞİ
TEŞKİLATI (1963)
II. Dünya Savaşından sonra Asya ve
Afrika’da bağımsızlığını kazanan ülkelere “Üçüncü Dünya Ülkeleri” denilmiştir.
Bu ülkeler, “barış içinde bir arada yaşamak ilkesini” Bandung Konferansı’nda
kabul etmişlerdi. Böylece bağımsızlıklarını elde eden Asya ve Afrika’daki bu
devletler iki ana bloğun dışında kalarak üçüncü bir bloğun kurulması
düşüncesini benimsediler.
Bu gelişmeler doğrultusunda, yeni
bağımsız olan Afrika ülkeleri, bloklardan kendilerini uzak tutabilmenin
çaresini bir araya gelmede ve bir Afrika Birliğinin teşekkülünde gördüler. Bu
çabalar sonucu, 31 Afrika ülkesinin temsilcileri, Mayıs 1963'de Afrika’nın en
eski bağımsız ülkesi Habeşistan'ın başkentinde toplanarak, Afrika Birliği
Teşkilatı'nı kurdular. Ayrıca, Birliğin 33 maddelik bir Anayasası'nı da
kabul ettiler (1955 Bandung Konferansı sırasında, Afrika'da 5 bağımsız devlet
mevcut iken, Mayıs 1963'de Afrika Birliği Teşkilatı kurulduğunda bu sayı 31
rakamına ulaşmış idi).
14. BALKAN PAKTI
(1954)
1952 yılında Türkiye ve Yunanistan
NATO’ya katılmıştı, arada bir tek Yugoslavya kalmıştı. Fakat 1954’de Türkiye,
Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı imzalanarak bu
boşlukta kapatıldı. Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya bu ittifakı imzalayarak SSCB’ye
karşı Balkanlar’da savunma hattı oluşturmaya çalıştılar. Komünist Rus
emperyalizmine karşı kurulan bu ittifak, Kıbrıs sorunu ile Türk-Yunan
dostluğunun bozulması sonucunda önemini kaybetmiştir.
15. BAĞDAT PAKTI
(CENTO–1955)
SSCB’nin, Orta Doğuda
etkinliğini artırmasını önlemeye yönelik kurulan güvenlik ve savunma örgütüdür.
Türkiye, Irak, İran, İngiltere ve Pakistan arasında oluşturulmuş bir
pakttır. Paktı’n amacı; Orta Doğuda barış ve güvenliği sağlama, üye ülkeler
arasında iş birliğini arttırmaktı. Türkiye bu pakt ile Orta Doğuda savunma
örgütü oluşturmayı amaçlamıştır. Bu pakt’a Mısır ve Suriye şiddetle
karşı çıkmıştır (Bu pakt’a Mısır, Arap Birliği düşüncesini gerçekleştirmek
istediği için katılmamıştır). Pakistan ise Keşmir sorununda Batılı devletlerin
desteğini alabilmek için bu pakt’a katılmıştır.
Irak’ta, 1958’de meydana gelen ihtilal
sonucunda Krallık Rejimi yıkılmış ve yeni rejim 1959’da Bağdat Paktı’ndan
çekildiğini açıklamıştır. Irak’ın pakt’tan çekilmesi üzerine pakt’tın
merkezi Ankara’ya taşınmış ve pakt’tın adı CENTO’ya
dönüştürülmüştür. 1979’da İran ve Pakistan, CENTO’dan ayrılınca pakt işlevini
yitirmiştir.
16. SOĞUK SAVAŞ
DÖNEMİ’NDE (1945–60) TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
1945–60 yılları arasında Türkiye’nin dış
politikasına hâkim olan esas konu, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa dengesinde
meydana gelen boşluklardan yararlanan ve bütün ağırlığıyla Türkiye’nin üzerine
çöken Sovyet Rusya’nın emperyalizmine karşı güvenliğini sağlama endişesi
olmuştur. Bu nedenle ABD’den askeri ve ekonomik yardımlar alınmıştır.
Türkiye, NATO’ya girmekle bu güvenliğe
kavuşmuş olsa da Doğu Asya’da komünist Çin’in ortaya çıkması, Kore
Savaşı ile milletlerarası komünizmin dünyanın çok geniş bir alanında
tehlike yaratması karşısında Türkiye kendi güvenlik sistemi için Balkan ve
Bağdat İttifaklarının kuruluşunda aktif bir rol oynamıştır. Bu
gelişmeler Türk dış politikasını 1945–55 arasında meşgul ederken, 1954’te
milletlerarası mahiyet kazanan Kıbrıs meselesi, Türk dış politikasının
başlıca meselesi haline gelecektir.
Türkiye, 1945’te BM’ye üye olmuş
bunun üzerine SSCB ile ilişkileri bozulmaya başlamıştı. Rus Bakanı Molotov ile
Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper arasındaki görüşmede
SSCB’nin, Boğazlarda üs ve Doğu Anadolu’da toprak istemesi üzerine, Türkiye
ABD’den savunma güvencesi ve ittifak istemiştir. ABD de, SSCB’nin yayılmacı
politikasına karşılık, Türkiye’yi destekleme kararı almıştır. Türkiye’nin eski
Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesinin İstanbul’a
getirilmesi, ABD’ye büyük bir güç gösterisinde bulunma fırsatı verdi. Cenazeyi
taşıyan Missouri Zırhlısı 5 Nisan 1946’da İstanbul’a geldi. Bu, ABD’nin,
Türkiye’nin yanında olduğunu gösteren ve SSCB’nin geri adım atmasında etkili
olan bir gelişme oldu.
Sovyet Rusya tehdidine karşı Türkiye’yi
kendi haline bırakmak istemeyen ABD, 1947 Truman Doktrini ile Ankara
Hükümeti’ne destek vermiştir. ABD Strateji uzmanları, Avrupa’da bir savaş
çıkacak olursa SSCB’ye yakın üslere gerek olduğunu, bunun içinde Türkiye’nin
NATO’ya alınması gerektiğini ifade etmişlerdi. Sonuç olarak; Türkiye, dünya
barışına katkıda bulunmak ve SSCB’nin emperyalizmine karşılık uluslararası
destek bulmak amacıyla 1951’de Kore’ye asker göndermiş, 1952’de de NATO’ya üye
olmuştur.
17. SOĞUK
SAVAŞ DÖNEMİNDE TÜRKİYE’NİN İÇ POLİTİKASI
Çok
Partili Hayata Geçiş (1946-1950 Seçimleri)
Türkiye 1930 -1945 yılları
arasında tek parti olan CHF tarafından yönetildi. Yani inkılâplaşma
sürecinin bir parçası olan çok partili hayata geçiş gerçekleştiremedi.
II. Dünya Savaşı yıllarında uygulanan
ekonomik politikalar, iktidarda bulunan CHF’ yi yıpratmıştı. Ayrıca çıkarılan Varlık
vergisi ve Toprak Mahsulleri vergisi gibi uygulamalardan büyük zarar
gören büyük toprak sahipleri, tüccarlar, sanayiciler artık CHF’ye kendi
partileri gibi bakmıyorlardı. Savaş döneminde zor durumda kalan köylü artık
CHF’ye sırt çevirmişti. Bu gelişmeler devam ederken Temmuz 1945’te iş adamı
Nuri Demirağ Başkanlığında “Milli Kalkınma Partisi” kuruldu.
Bu parti, çok partili hayata geçişte
kurulan ilk parti oldu. Yurt genelinde etkili olamayan bu parti seçimlere
gidemeden kapandı.
Haziran 1945’te TBMM’de çiftçiyi
topraklandırma kanunu görüşülürken bir grubun muhalefeti dikkat çekti. CHF’ nin
içindeki muhalif milletvekillerinden Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik
Koraltan ve Fuat Köprülü, partinin daha demokratik bir yapıya kavuşturulmasını
istediler. Meclise, daha fazla demokrasi isteyerek “dörtlü takrir” denilen
önergeyi verdiler. İsteklerinin reddedilmesi üzerine görüşlerini basına
duyurdular (devletçiliğe karşıydılar ve tek parti yönetiminin uygulamalarını
anti demokratik buluyorlardı).
Bu dörtlü, Partiden ayrılarak Ocak
1946’da Demokrat Parti adıyla yeni bir parti kurdular. Halk, bu partiye “Demir
Kırat” adını vermiştir. DP, CHF’ye göre üye yapısıyla daha genç, daha az
bürokratik, daha fazla sanayici, tüccar ve serbest meslekçiye sahip çıkıyordu.
Ayrıca DP, tek parti döneminin anti demokratik uygulamalarının
eleştirisini, siyasal projesinin merkezine alıyordu. DP’nin kurulmasından
sonra, CHP de demokratikleşme yolunda bir takım adımlar attı. Basın yasası,
dernekler yasasının değiştirilmesi ve üniversite özerkliğinin sağlanması
bunlardan bazılarıdır.
Türkiye’de tek partili rejimden çok
partili rejime geçiş yılı olan 1945 yılı iktisadi yapıdaki dönüşümlerin de (devletçilikten,
liberalizme yönelme) başlangıcıdır. 1946 yılında yapılan seçimler Türk
tarihinde “Sopalı Seçimler” olarak bilinir. Bu seçimlerde açık oy, gizli
sayım ilkeleri uygulanmış, CHF beklenenden fazla milletvekili çıkartmıştır.
Demokrat Parti’nin Temmuz 1946
seçimlerini kazanamaması parti içinde muhalefete yol açtı. 1948’de bir grup
mebus DP’den ayrılarak ‘Millet Partisi’ni kurdular. Genel
seçimler 14 Mayıs 1950’de yapıldı. Yeni seçim yasası uyarınca gizli oy, açık
sayım ilkesiyle yapılan seçimlerde, bu sefer kesin bir zafer kazanan DP, 408
milletvekili çıkardı. CHF ise ancak 69 milletvekilliği kazanabildi.
Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Celal
Bayar, TBMM tarafından Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı seçildi. Parti
Genel Başkanlığına getirilen Adnan Menderes’te Başbakanlığa getirildi.
DP’nin kurulmasından birkaç ay sonra parti sayısı hızla çoğaldı. 1946 yılında
10’u aşkın siyasi parti kuruldu. Aynı yıl çok partili hayatın ilk genel seçimi
yapıldı.
Ülkemizde çok partili hayata geçilmesi
ile ekonomi alanında da bir değişim ve gelişim yaşanmıştır. 1950
sonrasında makineleşme ile birlikte, tarım alanları genişledi ve üretim
arttı. Bu dönemde sanayileşmeye de ağırlık verildi. Ayrıca Türkiye’nin
Batılı ülkelerle ilişkilerinin geliştirilmesi ekonomide dış dünyaya açılma
sürecini hızlandırdı.
1960’lı yıllara gelindiğinde ülkemizin
kalkınması yolunda planlı bir ekonominin gereklerini yerine getirmek için “Devlet
Planlama Teşkilatı” kuruldu.
Türkiye, 1950 yılından sonra yaşanan nüfus
artış hızıyla dünyada ilk sıralarda yer aldı. 1950–60 arasında iktidarda
kalan DP yabancı sermayeyi teşvik kanunu ile petrol yasasını çıkartmış bu durum
fazlaca tepki çekmiştir.
27 Mayıs 1960 tarihinde askeri
darbe yaşanmış, DP böylece kapatılmıştır. Partinin önde gelen isimleri
Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatih Rüştü Zorlu gibi Bakanlar idam
edilmiştir.
Türkiye, 1958’de Uluslararası Para Fonu
olan IMF’den ilk borç parasını almıştır.