CUMHURİYET
DÖNEMİ DIŞ POLİTİKA
Ø Türkiye
dış politikada, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesiyle hareket
etmiş, fakat tam bağımsızlık ilkesinden de ödün vermemiştir.
Ø Atatürk’ün
izlediği bu politikanın bir sonucu olarak; her zaman, komşu devletlerle dostluk
ilişkileri kurmak, kimseden bir karış toprak istememek ve kimseye bir karış
toprak vermemek temel amaç olmuştur.
Ø Bu
dönemde Lozan’dan geriye kalan bazı problemler, uluslararası
teşkilatlar aracılığıyla ve barışçı yollar denenerek
çözümlenmeye çalışılmıştır.
Ø Ayrıca,
Türkiye dünyadaki barışa yönelik tüm çaba ve çalışmaları desteklemiş, yerine
göre bağlaşma ve antlaşmalar imza etmekten geri kalmamıştır.
Ø Atatürk
devletin tamamen milli bir dış politika izlemesini istemiş,
Türkiye’nin güvenliğini ve milli menfaatlerini korumayı amaçlayan, hiçbir
milletin aleyhine olmayan bir barışı daima prensip olarak kabul
etmiştir.
Ø Millî
Dış Politikamızın Dayandığı Başlıca Esaslar:
Öncelikle milli gücümüze dayanmak ve
bağımsızlığımızı üstün tutmak,
Milli sınırlar içinde kalmak,
Gerçekçi ve barışçı olmak,
Uluslararası ilişkilerde eşitliğe dayanan
ilişkiler kurmak,
Milli politikayı yürütürken iç teşkilatı dikkate almak,
Başka devletlerin politika ve yönetim sistemlerinden
etkilenmemek,
Bilim ve
teknolojiyi rehber kabul etmek (akılcılık)
1923 - 1930 YILLARI ARASI
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
Ø Bu dönem Türkiye’nin
dış politikası, Lozan’dan geriye kalan sorunların çözümlenmesine ve
Lozan’da alınan kararların uygulanmasına yönelik olmuştur.
Ø Bu
dönemde komşu devletlerle iyi ilişkiler kurmak, meydana gelen sorunları
barışçı yollarla çözmek ve büyük devletlerle olan ilişkileri
normalleştirmek amaçlanmıştır.
1.
IRAK SINIRI VE MUSUL SORUNU’NUN ÇÖZÜMÜ (5 HAZİRAN 1926)
Ø Lozan’da bu sorun
çözümlenememiş, Türkiye ile İngiltere’nin mandası altındaki Irak Hükümeti
arasında 9 ay içerisinde başlayacak ikili görüşmelere bırakılmıştı.
Ø Musul Sorunu ile
ilgili görüşmeler, 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da başladı. Konferansta taraflar,
Lozan’daki tutumlarında değişiklik yapmayınca, herhangi bir uzlaşmaya
varılamadı (Haliç Konferansı).
Ø İngiltere,
Türkiye’nin tutumunu yumuşatmadığını bahane ederek, Türkiye - lrak hattında
bazı sınır olayları çıkarttı ve kendi istekleri kabul edilmezse, bu bölgede
askeri bir harekâtta bulunacağına dair Türk Hükümeti’ne bir ültimatom verdi.
Ø Türkiye bu
ültimatoma, “sınırlarını ve bağımsızlığını korumak için her türlü tedbire
başvuracağı” şeklinde karşılık verince, İngiltere askeri bir harekâta
girişmeye cesaret edemedi.
Ø Bunun üzerine Türkiye
Cumhuriyeti, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak, sorunun
çözümlenmesinde Lozan Antlaşması hükümlerince yardımcı olunmasını istemiştir
(30 Eylül 1924). Cemiyet’in oluşturduğu komisyon, yanlı bir karar alarak Musul’un
Irak’a bırakılmasını uygun görmüştür.
Ø Bu
karara tepki gösteren Türkiye Cumhuriyeti, sorunu daha sonra “Uluslararası
Lahey Adalet Divanı”na götürmüşse de buradan da olumlu bir sonuç
alamamıştır.
NOT:
İngiltere, adı geçen bu uluslar arası örgütlerde etkin
olduğundan, Türkiye’nin lehine karar çıkmasını engellemiştir.
Ø Türkiye, son çare
olarak Musul üzerine askeri harekâtta bulunmak için orduyu teyakkuza geçirdi ve
hazırlıklara başladı.
Ø İngiltere,
bu harekâtı önlemek için Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Şeyh Sait İsyanı’nın
çıkmasında ve yayılmasında önemli bir rol oynadı (13 Şubat 1925).
Ø İngiltere’nin planı
gerçekleşti ve Türkiye Şeyh Sait İsyanı’ndan dolayı zayıf düşerek, askeri
harekâtı başlatamadı.
Ø Bütün bu olaylar
nedeniyle Türkiye konunun üzerine daha fazla gidemedi. Ayrıca Türkiye’nin
içeride çözüm bekleyen ekonomik ve sosyal sorunları da vardı.
Ø Sonuçta
Türkiye ve İngiltere arasında Ankara Antlaşması (5 Haziran 1926) imzalanmıştır.
Buna göre;
Musul ve
Kerkük İngiltere’nin mandasındaki,
Irak
Hükümeti’ne bırakılacak,
Musul petrollerinden sağlanan vergi gelirlerinin % 10 hissesi 25 yıl süre ile Türkiye’ye bırakılacak.
NOT-1:
Türkiye bu % 10’luk hisseyi 1930 yılına kadar 4 yıl süre ile aldı.
1930’da dünyada etkili olan ekonomik bunalım nedeniyle, geri
kalan 21 yıllık hissesini 500.000 İngiliz Sterlini karşılığında İngiltere’ye
bırakmıştır.
NOT-2:
Musul - Kerkük Türklerinin kültürel hakları saklı tutulmuş;
Hakkâri sınırlarımıza dâhil edilerek bugünkü Irak sınırımız çizilmiştir.
NOT-3:
Irak sınırı (Musul Sorunu), Misak-ı Milli’ye aykırı olarak
çözümlenmiştir.
2.
YABANCI OKULLAR SORUNU (1926)
Ø Lozan Antlaşması’nda,
Türkiye’de bulunan yabancı okulların durumu ve uyacakları esaslar karara
bağlanmıştı.
Ø Buna göre, bu
okulların uyacakları tüzük ve yönetmelikleri Türk Hükümeti belirleyecekti.
Ø Türkiye
Cumhuriyeti, Lozan’ın bu kararını dikkate alarak 1926 yılında Maarif
Teşkilatı Kanunu’nu çıkararak yabancı okullarla ilgili şu esasları
belirlemiştir;
F Müfredat programları Türk
Milli Eğitim Bakanlığı’nca belirlenecek,
F Türkçe, tarih,
coğrafya, yurttaşlık bilgisi ve sosyoloji derslerini Türk öğretmenler,
Türkçe olarak okutacak,
F Bu okullara birer Türk
yönetici tayin edilecek,
F Bütün yabancı
okulların yönetici ve öğretmenleri sicilleri incelenerek Türk Hükümeti
tarafından tayin olunacak,
F Yabancı okulların bütün
kayıtları Türkçe tutulacak,
F Yabancı okullarda Türkiye
ve Türklük aleyhinde siyasi çalışmalar yapılmayacak,
F Bu okullardaki yabancı
uyruklu öğretmenler, dini kıyafetlerle derse girmeyecek ve dini ayin salonları
kaldırılacak,
F Yabancı
okullar, gerekli görüldükçe Milli Eğitim Bakanlığı müfettişleri tarafından denetlenecek,
kurallara uymayanlar tespit edilirse kapatılacaktır.
Ø Bu
kararlara uymayan bazı okullar kapatıldı. Kapatılan okulların müdürleri,
uyruğunda oldukları devletlerin elçilikleri aracılığıyla Türkiye Hükümeti ile
1926 yılında yabancı okulların durumunu yeniden görüşmek üzere teklifte
bulundular.
NOT:
Türkiye’de en fazla Fransızlara ait okul olduğundan sorun
genelde Fransa ile Türkiye arasında yoğunlaştı.
Ø Türkiye Cumhuriyeti
bu olayın kendi iç sorunu olduğunu ve bu görüşme teklifinin bağımsız
devlet olma anlayışıyla bağdaşamayacağını belirterek, teklifi reddetmiştir.
Ø Böylece
yabancı okullar sorunu kesin olarak çözümlendi ve bu okulların
tamamı Milli Eğitim Bakanlığı ilkelerine bağlı hale getirildi.
NOT:
Yeni Türk Devleti’nin Lozan’dan sonra dış politikadaki ilk
siyasi başarısını yabancı okullar konusundan taviz vermeyerek elde
etmiştir.
3.
NÜFUS MÜBADELESİ (DEĞİŞ TOKUŞ) SORUNU (ETABLİ ANLAŞMAZLIĞI) (1926 – 1930)
Ø Türkiye Cumhuriyeti
ile Yunanistan arasındaki bu önemli sorun, aslında Lozan Antlaşması’nda
çözümlenmişti.
Ø Buna göre, İstanbul
ve Batı Trakya dışında kalan Türk ve Rum nüfusun karşılıklı olarak
değiştirilmesi kararlaştırılmıştı.
Ø Bu
maddelerin uygulanması sırasında; Yunanistan, İstanbul’da daha fazla Rum
bırakmak isteyince değişim çıkmaza girdi.
NOT-1:
Yunanistan’ın bu konudaki amacı; Büyük Yunanistan (Megalo
İdea) idealine kavuşmak için İstanbul’da çok sayıda Rum’u
bulundurmaktı.
NOT-2:
Türkiye Lozan’da, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes
Antlaşması’ndan önce İstanbul Belediye sınırları içinde yerleşmiş olan
Rumların, değişimin dışında tutulmasını kabul etmişti.
Ø Ancak, Yunanistan
daha sonra (1924’te) 30 Ekim 1918’den sonra İstanbul’da bulunan her Rum’un
yerleşmiş sayılmasını istedi.
Ø Türkiye, bütün bu
gelişmeler üzerine sorunu Uluslararası Adalet Divanı’na götürdü.
Fakat Adalet Divanı da sorunu çözemedi.
Ø Anlaşmazlık iki
devletin siyasi ilişkilerine de yansıdı ve Yunanistan, Batı Trakya’da bulunan
Türklerin mal varlıklarına el koydu. Buna karşılık Türkiye de İstanbul’da
bulunan Rumların mal varlıklarına el koyunca gerginlik iyice arttı.
Ø Sonunda
iki taraf Lozan’ı esas alarak 1 Aralık 1926’da anlaşmaya vardılar
(II. Dünya Savaşı tehlikesi başladı.). Antlaşmanın uygulamasında
bazı anlaşmazlıklar devam edince, 10 Haziran 1930’da yeni
esaslarla bir antlaşma imzalandı (Ahali Mübadelesi Antlaşması) ve
uzun süredir taraflar arasında devam eden huzursuzluk sona erdi. 1930 yılında,
Yunanistan’dan 500 bin Türk Türkiye’ye gelirken, 1,5 milyon Rum da Yunanistan'a
gitmiştir.
NOT-1:
1930’da Yunanistan Başbakanı Venizelos’un Türkiye’yi
ziyaret etmesi ve hemen ardından Başbakan İsmet İnönü’nün Atina
ziyareti iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesini sağlamıştır.
NOT-2:
Yunanistan ile 1930’dan sonra başlayan iyi ilişkiler 1934’te Balkan
Antantı’nın kurulmasında etkili olmuştur.
Ø Yunanistan
ile Türkiye arasındaki iyi ilişkiler 1954’te çıkan Kıbrıs Sorunu ile
yeniden bozulmuştur.
4.
FRANSA İLE BORÇLAR SORUNU
Ø Lozan Antlaşması’nda
çözümlenen Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar sorunu, antlaşma sonrasında ödeme
şekli devletler arasında alınacak kararlara bırakılmıştı.
Ø Alacaklı
devletler içerisinde en fazla paya sahip olan ülke Fransa idi. Bu
nedenle 1928’de Paris’te bir antlaşma yapılmış ve Osmanlı borçlarının ödenmesi
bir sisteme bağlanmıştır.
NOT:
Osmanlı borçları nedeniyle Türkiye’yi en fazla Fransa
uğraştırmıştır.
Ø 1929’da bütün dünyada
etkili olan ekonomik kriz Türkiye’yi de etkiledi ve borçların
ödenmesi güçleşti.
Ø Bu dönemde ABD
Cumhurbaşkanı Hoover bir moratoryum yayınlayarak, borçların ödenmesini
geciktirecek bir sistemi gündeme getirmiştir.
Ø Bunun
üzerine Türkiye Hoover Moratoryumu’ndan yararlanarak borçların
ertelenmesini istedi ve 22 Nisan 1932’de Paris’te yapılan yeni bir sözleşme ile
borçların faizi indirilerek taksitlerle ödenmesi kararlaştırıldı.
Ø Böylece
borçlar sorunu çözümlendi ve Türkiye 1954’e kadar bütün borçlarını ödedi.
NOT-1:
Bu dönemde Türk – Fransız ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen bir
başka konu da Bozkurt adlı Türk gemisiyle, Lotus adlı
bir Fransız gemisinin 1926’da Midilli adası yakınlarında çarpışmasıyla ortaya
çıkan durum üzerine başlayan Bozkurt – Lotus Davası’dır. Bu
davanın 1927’de Milletlerarası Adalet Divanı’nda Türkiye lehinde çözümlenmesi
ile Türkiye – Fransız ilişkilerinde yaşanan gerginlik son bulmuştur.
NOT-2:
Fransa ile yaşadığımız bir başka sorun da Fransız şirketi
tarafından yapılan Adana – Mersin yolunun Yeni Türk Devleti
tarafından millileştirilmesi olmuştur. Fransa buna itiraz etmiş ve konu 1929’da
Yeni Türk Devleti lehine çözülmüştür.
NOT-3:
Fransa ile ilişkilerimiz Hatay Sorunu nedeniyle geç
düzelmiştir.
1930 - 1939 YILLARI ARASI
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
Ø Türkiye bu dönemde
büyük devletler ile yakın siyasi ilişkiler kurmuştur.
Ø Bölgesel
ve uluslar arası paktlara katılarak dünya barışına katkıda bulunmuş ve kendi
güvenliğini ve gücünü de artırmıştır.
1.
TÜRKİYE’NİN MİLLETLER CEMİYETİ’NE (CEMİYET-İ AKVAM’A) GİRİŞİ (18 TEMMUZ 1932)
Ø Milletler Cemiyeti,
I. Dünya Savaşı sonunda Wilson İlkeleri’nden hareketle ve 1919 Paris
Barış Konferansı kararları gereğince kurulmuştu (10 Ocak 1920).
Ø Amacı, uluslararası
sorunları barış yoluyla çözmek, yeni bir genel felaketin önüne geçmek,
yenilen devletlerin ezilmelerini önlemek ve siyasal - kültürel ilişkileri barış
içinde geliştirmekti.
Ø Milletler Cemiyeti, İngiltere’nin
etkisi altında kaldığından, başlangıçta amaçlandığı gibi barışa
yönelik çalışmalar yapılamadı ve zamanla büyük devletlerin çıkarlarını
koruyan yanlı bir kurum haline geldi. 1930’lu yıllarda II. Dünya Savaşı
tehlikesi belirmeye başlayınca, Türkiye’nin jeopolitik önemi ve
bölgesinde izlediği barışçı politikalar göz önüne alınarak, 1932’de
cemiyete üye olma çağrısı yapıldı.
Ø Türkiye, Cemiyetin
amacından uzaklaştığını bildiği halde 18 Temmuz 1932’de İspanya’nın
teklifi ve Yunanistan’ın desteği ile Cemiyet’e üye oldu
ve 1934’de Konsey üyeliğine seçildi.
Ø Türkiye’nin
Milletler Cemiyeti’ne giriş amacı, dünya barışına katkıda bulunmak ve
güçlü devletler arasına girerek dış politikada karşılaştığı sorunları
çözebilmek için diplomatik destek edinmektir.
NOT:
Türkiye, 1936’da Boğazlar ve 1939’da Hatay
Sorunları’nın çözümünde bu politikalarının olumlu sonuçlarını almıştır.
Ø Milletler
Cemiyeti, bir süre sonra kuruluş amaçlarından iyice uzaklaşınca II. Dünya
Savaşı sonrasında kapatılmıştır (savaş sonrası Birleşmiş
Milletler adıyla tekrar kurulmuştur.).
BALKAN
ANTANTI (9 ŞUBAT 1934)
Ø Sömürgeciliğe
yönelik yayılmacı bir dış politika izleyen Faşist İtalya ve Nazi
Almanyası’nın 1933’ten itibaren dünya barışını tehdit etmeye
başlamaları üzerine, Balkan Devletleri arasında bir yakınlaşma ve
siyasi işbirliği isteği doğdu.
NOT-1:
İtalya, Balkanları ve Doğu Akdeniz’i
yayılma alanı seçmiş, Asya ve Afrika’da yayılma
emellerini açıklamıştı. Ayrıca, Almanya’nın da Doğu Avrupa’da
kaybettiği toprakları geri almaya ve Ortadoğu’da etkinlik kurmaya
yönelik amaçları vardı.
NOT-2:
Türkiye ile Yunanistan arasında 1930’dan itibaren başlayan dostluk
ve yakınlaşma Balkan Antantı’nın kurulmasında temel etkendir.
Ø 9
Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya
ve Romanya arasında, Atina’da imzalanan Balkan Paktı’na
göre;
Sınırlar karşılıklı
olarak güvence altına alınacak,
Paktı imzalayan devletler birbirlerine danışmadan herhangi bir
siyasi antlaşma imzalamayacak ve siyasi bir harekette
bulunmayacak,
Üye ülkeler ekonomik konularda, karşılıklı çıkarları göz önünde bulundurmak
şartıyla işbirliği yapmayı kabul edecekler
F Herhangi bir tehlike
karşısında ortak savunma yapılacak,
F Üye ülkeler ekonomik konularda,
karşılıklı çıkarları göz önünde bulundurmak şartıyla işbirliği yapmayı kabul
edecekler
Ø Önemi;
Türkiye bu pakt ile II. Dünya Savaşı öncesinde batı
sınırlarını güvence altına almıştır.
NOT-1:
Bulgaristan, yayılmacı bir siyaset taraftarı olduğundan (Makedonya
konusunda Yunanistan ve Yugoslavya ile sorun yaşadığından, Ege Denizi’ne inmek
ve Romanya’dan Dobruca’yı almak istediğinden); Arnavutluk da İtalya’nın
etkisi altında bulunduğundan Antant’a katılmamıştır.
NOT-2:
Almanya ve İtalya’nın etkisiyle Yugoslavya, pakt dışında kalan
Bulgaristan ile 24 Ocak 1937’de bir iş birliği antlaşması imzaladı. Bu durum
ise Balkan Antantı’nı yaralamıştır.
NOT-3:
1939’da II. Dünya Savaşı’nın çıkması ile birlikte bu
pakt geçerliliğini yitirmiştir.
3.
MONTRÖ (MONTREUX) BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ (20 TEMMUZ 1936)
Ø Lozan Barış
Antlaşması’nda Boğazların yönetimi, Türkiye’nin başkanlığında uluslararası
bir komisyona bırakılmıştı. Ayrıca Boğazlar askersiz bölge haline
getirilmiş, Türkiye’nin Boğazların her iki yakasını 15’er km askerden
arındırması da kararlaştırılmıştır (Bu durum egemenlik haklarına
aykırıdır.).
Ø I. Dünya Savaşı’ndan
sonra büyük umutlarla başlatılan silahsızlanma çabaları başarısız olmuş,
1933 yılından itibaren de Avrupa’da yeni bir savaş rüzgârı esmeye
başlamıştı.
Ø Almanya, Versay
Antlaşması’nın hükümlerini çiğneyerek, silahsız bölge ilan edilen Ren
Bölgesi’ne asker sokmuş, İtalya, Habeşistan’a (Etiyopya’ya) saldırmış,
Japonya ise Boğazlar Komisyonu’nun garantör devletlerinden biri olmasına rağmen
Milletler Cemiyeti’nden ayrılarak Çin’e ait Mançurya’ya saldırmış ve
Almanya ile yakınlaşmaya başlamıştı.
Ø Bu durum karşısında
Türkiye, uluslararası barış ve güvenliğin korunması yolundaki güçlüğü ileri
sürerek, Boğazların güvenliğini sağlamak ihtiyacı ile Milletler
Cemiyeti’ne başvurdu. Bu başvuruda Boğazların statüsünün değiştirilmesi
isteğini belirtti.
Ø İsviçre’nin
Montrö şehrinde toplanan konferans sonucunda 20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar
Sözleşmesi imzalandı (Konferansa İngiltere, Fransa, Türkiye, Rusya,
Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan
katılmıştır).
Ø Bu
sözleşmeye göre;
F Lozan
Antlaşması ile kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün görev ve
yetkileri Türk Devleti’ne bırakıldı.
F Lozan Antlaşması’yla Boğazların her
iki yanında askersiz duruma getirilmiş alanda, Türkiye'nin asker bulundurması
kabul edildi.
FYabancı ticaret gemilerinin Boğazlardan
her iki yönde geçişi serbest bırakıldı.
F Yabancı savaş
gemilerinin Boğazlardan geçişi için bazı sınırlamalar kabul edildi ve
Türkiye’nin isteğine bırakıldı.
F Türkiye
savaşa girerse veya savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, Boğazları
istediği gibi açıp kapayabilecekti.
Ø Önemi;
ü Türkiye Boğazlarda kesin
egemenlik sağladı.
ü 1833
Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla başlayan Boğazlar Sorunu tamamen çözüme kavuştu
ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Doğu Akdeniz’de ve
uluslararası dengelerde önemi arttı (Boğazlarda asker bulundurabilme
hakkına sahip olmasıyla).
NOT:
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde sonra Türkiye, Sovyet Rusya’dan
uzaklaşırken (ilk defa) İngiltere’ye yaklaşmaya başlamıştır.
4.
SADABAT PAKTI (9 TEMMUZ 1937)
Ø 1936 yılında İtalya’nın
Habeşistan’ı işgali, Akdeniz ve Ortadoğu’da büyük bir tehlike ve endişe
yaratmıştı.
Ø Türkiye yaklaşan bu
yeni savaş tehlikesi karşısında, bir taraftan Balkan devletleriyle ilişkilerini
sıklaştırarak, Balkan Paktı’nı imzalayıp batı sınırlarını güvenceye alırken;
diğer tarafta da dostluk ilişkilerini sürdürmeye çalıştığı Ortadoğu’daki
devletlerle ortak savunma tedbirleri almaya yöneldi.
Ø Afganistan ile I.
İnönü Muharebesi sonrasında 1 Mart 1921 tarihinde bir dostluk antlaşması
imzalanarak kardeşlik bağları kurulmuştu.
Ø Türkiye’nin,
Afganistan ve İran ile çoktan beri var olan
dostluğuna, 1937’de Irak’ta ortak olmuş ve adı geçen bu devletler
arasında İran’ın başkenti Tahran’da Sadabad Sarayı’nda 9 Temmuz 1937’de aynı
adı taşıyan dostluk ve ittifak antlaşması imzalanmıştır.
NOT-1:
Suriye, Türkiye ve Irak ile olan sınır sorunları nedeniyle
pakta katılmamıştır.
NOT-2:
İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyareti ile başlayan Türk
– İran Dostluğu Sadabat Paktı’nın kurulmasında etkili olmuştur.
Ø Pakt’ın
amacı, Almanya ve İtalya’nın yayılmacı tutumları karşısında, Ortadoğu’da
barışı sürdürmek, karşılıklı olarak sınırları güvenlik altına almak ve dünya
barışına katkıda bulunmaktır.
Ø Pakt’a
göre taraflar;
Birbirlerine saldırmamayı,
Ortak sınırlarının dokunulmazlığına uymayı,
Birbirlerinin içişlerine
karışmamayı
ve
dostluğa
zarar verecek
her
türlü davranıştan kaçınmayı,
Herhangi bir saldırı olursa birbirlerine yardımcı
olmayı kabul etmiştir.
Ø Önemi;
Sadabat Paktı ile Türkiye yaklaşan II. Dünya Savaşı öncesinde batı
sınırlarından sonra doğu sınırlarını da güvence altına almış oldu.
NOT-1:
Pakt’ın merkezi 1955’te Irak’a taşınarak “Bağdat Paktı” olarak
adı değişti. 1958’de Irak, Pakt’tan ayrılınca, Pakt’ın merkezi Ankara’ya
nakledilerek adı “Cento” olarak değiştirildi. Cento’ya daha sonra
İngiltere ve ABD’de üye olmuştur.
NOT-2:
Balkan Antantı ve Sadabat Paktı, II. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla önemlerini
kaybetmişlerdir.
NOT-3:
1979’da İran – Irak Savaşı’nın çıkmasıyla pakt tamamen sona
ermiştir.
5.
HATAY’IN ANAVATANA KATILMASI (30 HAZİRAN 1939)
Ø TBMM Hükümeti ile
Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile Misak-ı
Milli’ye aykırı olarak Hatay, Türkiye toprakları dışında kalmıştı
(Fransa’nın sömürgesi olan Suriye’ye bırakılmıştı.).
Ø Ancak, aynı
antlaşmaya göre İskenderun ve Antakya’yı da içine alacak şekilde Hatay
Bölgesi’nde dili Türkçe olan özel bir yönetim kurulması ve bölgede
yaşayan Türklerin kültürlerinin gelişmesi için her türlü kolaylıktan
yararlanması da ilke olarak kabul edilmişti.
Ø Fransa, II. Dünya
Savaşı tehlikesi belirince 1936 yılında Suriye, Lübnan ve Hatay’daki manda
yönetimini kaldırarak Suriye ve Lübnan’a bağımsızlık vermeyi kabul etti ve
bu bölgedeki askerlerini geri çekerek Avrupa’ya döndü.
Ø Bütün
bu gelişmeler üzerine Türkiye Cumhuriyeti, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak
Hatay Sorunu’nun uluslararası hukuk kurallarına göre çözümlenmesini istemiştir.
NOT:
Türkiye, Hatay ve İskenderun’un (Sancak’ın) Suriye’ye
bağlanmasını engel olmak için konuyu uluslararası platforma taşımıştır.
Ø Türkiye’nin
Milletler Cemiyeti’nden isteği, Hatay bölgesinin kendisine verilmesi değildir.
Sadece buradaki halkın kendi hür iradeleri ile karar vermelerinin
sağlanmasını istemiştir.
NOT-1:
Türkiye’nin bu isteği doğrultusunda Avrupalı Devletlerce
oluşturulan rapor; İsveç temsilcisi General Sandler Raporu’dur.
NOT-2:
Hatay sorununda İngiltere Ortadoğu’daki çıkarları nedeniyle
Türkiye’yi desteklemiştir.
Ø Teklif
kabul edilerek Milletler Cemiyeti’nin aracılığı ile Türkiye ve Fransa arasında
görüşmeler başladı. Sonuçta Milletler Cemiyeti’nin gözetimi altında yapılan
seçim sonucunda 2 Eylül 1938’de Hatay Bağımsız Devleti kuruldu.
NOT:
Hatay devlet başkanlığına “Tayfur Sökmen”, meclis
başkanlığına “Abdulgani Türkmen”, hükümet başkanlığına “Abdurrahman
Melek” seçilmiştir.
Ø Hatay
Devleti’nin bağımsızlığı yaklaşık on ay sürdü. Hatay Cumhuriyet Meclisi’nin
30 Haziran 1939’da Anavatan’a katılma kararı alması üzerine, Antakya ve
İskenderun dâhil Hatay ili Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dâhil oldu (7 Temmuz
1939’da Hatay ili kuruldu).
NOT-1:
Suriye sınırımız bugünkü şeklini aldı ve böylece
Hatay sorunu da Misak-ı Milli’ye uygun olarak çözümlenmiş oldu.
NOT-2:
Hatay’ın Türkiye’ye katılmasında en önemli etken bu
ilin çoğunluğunu Türk nüfusun oluşturmasıdır.
NOT-3:
Fransa, II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle Hatay’ın
Türkiye’ye katılması olayına fazla direnememiş ve kabul etmek zorunda
kalmıştır.